8 yaşındaydım henüz, yazın solmaya daha çok vakit olmasına rağmen kökten aldığı suya ve diğer inorganik minerallere en çok ihtiyaç duyduğu zamanı yaşayan mevsimlik çiçek gibiydim. ne görsem öğrenmek istiyor ne duysam merak ediyordum ve şimdiler de sahip olduğum'' lan şimdi bu reklam çıktı diye ben bu ürüne ihtiyaç mı duyacam hadi ihtiyacım var diyelim bu reklam sayesinde tercihimi bu üründen yana mı kullanacam'' düşüncesine henüz sahip değildim. gördüğüm her reklamı dikkatle izlerdim ve orada o kutunun içinde allanıp pullanıp küçücük zihnime sunulan şeylere sahip olmak isterdim.
bana göre anıların kötü olanları daha detaylı hatırlanıyor. nasıl yasak şeyler çekici gelirse işte öyle de unutulmak istenen şeyler tüm detaylarıyla akılda kalıyor. bizim mahallede bir gelenek haline gelen bir durum vardı; birinci sınıfı bitiren ve karnesinin ''hepsi beş'' olan öğrencilerine aileler kendi durumlarına göre bir bisiklet alırlardı. bende birinci sınıfı hepsi beş olan karnemle bitirip bir bisikleti hak etmiştim ve ailem tarafından bir bisan ranger bisiklete kavuşturulmuştum. ancak bir sorun vardı; bisiklet kullanmayı bilmiyordum. bana göre bir bisiklet sahibi olmaktan hatta hayatımdaki ''işte budur'' mutluluklardan biri olan baba tarafından bisiklet kullanımının öğretimi derslerinin başlamasına vesile olan bu durum bakkalda artan 5 kuruşa bir sakız alabilirken büfe de alamamak arasındaki fark kadar önemsizdi. diğer taraftan bu derslere sebep olduğu için olması gerekendi hayatımda. o bisikleti çok sevdim fazla sevdim çünkü kullanmasını babam öğretmişti bana. beni dört tekerden önce üç tekere sonra da iki tekere terfi ettiren insandı o , bisikletin anılarımdaki yansımasını farklılaştıran. ranger ya da bisanın ne anlama geldiğini bilmediğim halde o bisikleti çok sevdiğim için en sevdiğim kelimeler onlardı artık.
reklamlarda çıkartmalı sakızların çıkartmasını bisikletine yapıştıran bir çocuğa denk geldim ve o an ''benim bisikletime de bir çıkartma yapıştırmalıyım '' fikri bana günün anlam ve önemi kağıttan okuyan orta okul öğrencisinin hissettiklerini hissettirdi. içim bisikletime çıkartma yapıştırma isteğiyle yanıp tutuşmaya başladı. ama bir sorun vardı. bu bisiklete öyle sıradan bir çıkartma yapıştırmak olmazdı.
o zamanlar futbolcu çıkartması furyası vardı ve bende mahalledeki diğer çocuklar gibi tuttuğum takımın posterini alarak oyuncuları doldurmaya başlamıştım. bilenler bilir her posterin bir tane özel boşluğu olur ve belki bir karton sakızın ancak bir tanesinde vardır. ben galatasaraylıydım ve takımın özel boşluğunda tugay kerimoğlu yazıyordu. bisikletime ancak tugay kerimoğlu çıkartması yapıştırabileceğimi o an anladım. bunun için bir çok sebep vardı; bu özel çıkartmanın bulunmasıyla sahip olunacak hediyeleri hiçe sayarak bisikletime ne kadar değer veriyor olduğumu gösterecek aynı zamanda sahip olmanın bir özellik olduğu özel çıkartmalardan bir tanesine sahip olarak diğer çocuklara hava atacaktım.
çıkartma piyasasını alt üst ederek ulaştığım bilgiler sonucunda aşağı mahalledeki bir çocukta tugay kerimoğlu çıkartmasının var olduğunu öğrendim ve bisikletime atlayıp yanıma takas edebileceğim özel olmasa da az bulunan(ogün temizkanoğlu gibi) çıkartmaları da alarak çocuğun yanına gittim. yaptığımız pazarlık sonucunda şartlı bir anlaşmaya varmıştık. çıkartmalar takas edilecek ayrıca çocuk bisikletimle ''bi tur atıp gelecekti''. o an yaşadığım duraksama, kafamdan geçen düşüncelerin çokluğu, yapılan hesaplar, ileriye dönük hayaller falan filan derken 8 yaşında bir çocuk için verilmesi zor kararlardan birisini vererek anlaşmayı kabul ettim ve büyük bir coşkuyla o özel çıkartmayı bisikletime macbook a sticker yapıştırma özeniyle yapıştırdım. artık çevirdiğim pedallar daha farklı gelmeye başlamıştı diğer bisikletler gözüme daha da ezik görünmeye başlamıştı artık bisikletinde özel çıkartma olmayan herkes ödül için zevklerini feda eden kapitalist düzenin kölesiydi benim gözümde.
her çocuğum eve girme vakitleri farklıdır elbet. benimkisi babamın işten gelmesiyle aynı saate tekabül eden akşam yemeği vaktiydi ve çıkartma takasının bitmesiyle bu vakte çok az kalmıştı. hemen eve geldim. olayı babama anlatmak için heycanlıydım ancak babam bu çıkartma olayı için beni bir kaç kez azarlamıştı. bu yüzden bunu babama anlatamazdım ama içimdeki heycan o kadar büyüktü ki en azından anneme anlatabileceğimi düşünerek ona anlattım. yemek sırasında annemin bu olayı ağzından kaçırmasıyla günün tüm büyüsü bozuldu ve babam bir anda beni o güne kadar ki en şiddetli şekilde azarlamaya başladı. ben kendi açımdan aşırı tutarlı olan görüşlerimi ifade etmek istediysem de her ağzımı açışımda babam daha da daha da sinirlendi ve bir anda git dışarıdan bana sağlam bir sopa bul gel dedi.
donakaldım, afalladım babamdı o benim ve asla böyle bir şey yapmazdı bana. azarlardı ama kesinlikle vurmazdı bana. ciddi olup olmadığını sordum ve bir an önce dışarı çıkıp sopa aramamı söyleyince ağlamaya başladım işte. belki korktuğum içindi bu gözyaşları belki bisikletime ihanet ettiğim düşüncesinden belki de pişmanlıktandı. ne olursa olsun en çok da bisiklete ve o çıkartmaya yüklediğim anlamın kafamdan geçen o saf düşüncelerin babamın kullanmayı öğrettiği için anlamını bile bilmediğim kelimeleri sevmeme sebep olan o bisikletin bir anda yok olması içindi o göz yaşları.
şaşkındım, çok küçüktüm, masumdum düşüncelerim kadar belki de daha fazla ama neticede dayak yemem için lazım olan bir sopayı arıyordum. ağlayarak içli içli. sonunda bir sopa buldum ve eve döndüm sopanın tüm detaylarını inceleyerek. sonuçta o hayatımda asla tahmin edemeyeceğim bir şey için kullanılacaktı ve baktım ona sınavda çalışmadığım yerden gelen bir soru gibi.
kapıda beni bekleyen ve balkondan o halimi izlemiş bir çift yaşlı göz gördüm. bisikletimi kapının önüne kadar getirmiş ve çıkartmama bakıyordu..
çok sevdim babamı ve hala da seviyorum asla bana vurmadı ve bende bir daha asla çıkartma işine girmedim.