13 Ocak 1898'de Fransa'da L'Aurore gazetesi, ilk sayfası tümüyle ünlü Emile Zola'nın "J'accuse - itham Ediyorum" başlıklı uzun makalesine ayrılmış olarak çıktı. Emile Zola herkesin malumu; natüralist materyalizm dediğimiz teknik üslupla, canlı tasvirleriyle toplumların hayatında herkesi acıtacak gerçeği ortaya koyan bir yazardı.
Fransa onun bu açık suçlamasıyla birbirine girdi. Suçlananlar Fransa'nın üst kademe komutanlarıydı. Alfed Dreyfus adlı yahudi asıllı bir yüzbaşıyı Alman casusluğuyla suçlamışlar, Paris sokakları ve bütün Fransa Yahudilere karşı kışkırtılmış, ülkenin insanları hatta yakın akrabalar bile bu davanın etrafında birbiriyle karşı karşıya gelmişti. Aydınlanmanın getirdiği laik düşünce, şimdi savunmaya ve hatta bir tür saldırıya geçmişti. Emile Zola laiklerin ikonu oldu, ihtilalin getirdiği eşitlik ve Napoleon Bonaparte idaresinin düzenlemelerine rağmen şimdi Yahudilik dindar bağnazlığın ötesinde ırkçı bir saldırıya uğruyordu.
Dreyfus olayından beri kendisini yeni düzenin ve Avrupa'nın yeni ortamında Hristiyan laiklikle kaynaşmanın temsilcisi olarak gören Theodor Herzl aslı Avusturyalı bir yahudi gazeteci yazar dahi Fransa'daki bu patlamadan ani bir sarsıntıya uğramış ve endişe ile kaçınılmaz olarak bir Yahudi devleti, Yahudilerin kendi başlarına yaşayacakları bir ülke kurma fikrini ortaya atmıştı. Onun çok kısa zamanda "Der Judenstaat" (Yahudi Devleti) adlı eserinde ortaya koyacağı fikirler Batı Avrupa Yahudilerini "Bu zevzekliğe ve bölücülüğe ne lüzum var?" şeklinde bir tepkiye ittiyse de Polonya, Avusturya - Macaristan ve tümüyle Rusya yahudilerinden çok büyük destek gördü. Çok geçmeden Siyonist kongre Basel'de toplandı ve Siyonizm ortaya çıktı.
Emile Zola'nın direnişi yani sonuçlanmış ve mahkumiyetle biten Dreyfus davasını yeniden deşmesi aslında bir Yahudi taraftarlığı ve adalet arayışı kadar, Avrupa dünyasındaki bu bölünmelere de bir cevap ve çözüm getirme çabası taşımaktaydı. Zola ilk anda Fransa'yı terk etmek zorunda kaldı ama taraftarları arasında Jean Jaures gibi bir sosyalist yanında Anatole France ve ilerinin başbakanı Georges Clemenceau ve gelecek cumhurbaşkanı Henri Poincare gibi onunla pek alakası olmayan büyük şahsiyetler de vardı. Eski dostu ünlü ressam Paul Cezanne ise yoktu.
Dreyfus yeniden yargılandı, önce cezası indirildi sonra cumhurbaşkanı affetti. 1906'da ise yeni bir muhakeme ile tamamen aklanarak yeniden orduya alındı. Ama Dreyfus'un suçluluğu antisemit ve muhafazakar batı dünyasında bir slogan olarak kaldı. "L'affaire Dreyfus - Dreyfus Olayı" nı lailk veya dindar sağ cenahı suçlamak için kullananlar olduğu gibi sosyalistler ve laik liberaller cephesini suçlamak için kullananlar da vardı.
1908'de Emile Zola'nın kemiklerinin Pantheon'a nakli töreninde dahi Alfred Dreyfus bir saldırıya maruz kaldı ve hafif yaralandı. Bütün bu hazin gelişmelerin içinde ortaya çıkan ama hala örtülmeye ve tartışılmaya çalışılan bir gerçek daha vardır:
Casusluğu yapan subay Esterhazy adlı bir başka Genelkurmay mensubuydu. Fransa tarihinin Dreyfus'u gönülden aklaması ise François Mitterand'ın başkanlığı sırasında Raspail Bulvarı'nda bugünkü Ecole des Hautes Etudes'in bulunduğu ve onun bir müddet kaldığı hapishanenin (Cherche - Midi) yerine küçük bir anıt dikilmesi ile oldu. (ilber Ortaylı, 15.01.2012, Milliyet)