uzat hadi, uzat ellerini. bu kadar zor mu? yalnızca ellerini uzatacaksın bana ve belki de hiç düşmeyeceğim bir daha hepsi bu. görmüyor musun en dipteyim zaten, en dipte. söylemeden edemeyeceğim, burası hakikaten garip. gözlerimi kapattığımda hep sarmaşıklar görüyorum her yanıma dolanmış. boğazıma yaklaştıkları aşikar. ben düşmekten yoruldum ama belki sen gelirsen, hani diyorum belki sen gelirsen kalkacak bir sebebim olur, belki biraz halim de.
biliyorum, her zaman tutamadığım sözler verdim. ama bak görmüyor musun, tutamadığım diyorum. hala bana gelebileceğin açık kapılar bırakıyorum. belki de herhangi bir sözümü tutmuşumdur ama şu an o kadar kötü ki her şey, o kadar kötü yani, sadece yapamadıklarım var. yapmadıklarım değil. böyle, tamamen siyaha bulanmış gibi. bulanmış diyorum, çünkü yoğun bir sıvı, yapış yapış. ben karanlıktan korkarım biliyorsun, tamam tamam, böyle birçok insan var evet, sen söylemeden söyleyeyim. belki ben de karanlıkta yaşamalıyım. bilemiyorum. karanlıktan korktuğum için yanıma gelmemelisin.
insan, en hakiki cezaları kendine kesiyor. aslında senin hiçbir şey yapmana gerek kalmıyor. uzun zamandır burada olduğuma göre -görünen o ki, sonu belli olmayan bi zaman daha burda olacağım- buraya alışmanın bir çaresine bakmalıyım. kahretsin, o umut denen sikik duygu olmasaydı, keşke hiç olmasaydı, burayı sevebilirdim belki. bir umudum olmasaydı, yani aydınlığı hiç görmeseydim, karanlıktan korkmak için bir nedenim de olmayacaktı.
içimde, boğazımdan başlayıp tüm vücuduma yayılan tarif edemediğim bir his var. öyle bir his ki bu, ağırlığından ölebilirim. ölmek. pişmanlık.
hayır, bir dakika.
tüm bedenimi saran sarmaşıklar yüzünden sanırım, en dip dediğim yer burası değil mi? aşağıda bir kıpırdanma var sanki. bir dakika, o sen misin? hey!