güneşin batışının en güzel izlenebileceği yerlerden birisidir ayrıca. orada bir kayanın dibinde ilerleyen saatle birlikte havanın yavaş yavaş kararması, güneşin ufuk çizgisine doğru alçalması ile birlikte zayıflayıp sönmekte olan ateşe bakıp, sizi bekleyen soğuk ve uzun gecede ona nasıl ihtiyacınız olacağını düşünmek, daha ateşin son demleri geçmeden bile içini saran ürpertiyi hissetmek ve evdeki anne yemeklerinden sonra tadına bir türlü alışılmayan şu balık konservelerinden bir yudum daha almak, bir anlığına da olsa sevgiliyi, arkadaşları, anneyi, babayı göz önünden geçirmek, nerdeler, ne yapıyorlar acaba şu an diye ? acaba onlarda beni düşünüyormu diye hafiften içerlemektir kato. Kato demek sadece geceleri iyiden iyiye bastıran soğukla değil insanı sivri dikenler üstünde oturmaktan beter eden huzursuz bir karanlık, nereden ne zaman geleceği ya da gelip gelmeyeceği bile belli olmayan bir düşmana karşı saatlerce gözlerini karanlığa dikmek, en ufak bir çıtırtı duyabilmek için gecenin o sonsuz sezsizliğinde kulağını olabildiğine kabartmak demek. uykunun en feci bastırdığı anlarda düşen göz kapaklarına hükmetmeye çalışmak, lanet olası uykusu kovmak için derin bir nefes alıp soğuk tertemiz dağ havasını ciğerlerine çekmek demek. sabah aynı mevzide bulduğun, belki üzerinden yıllar geçmesine rağmen toprağa saplandığı yerde inatla kalakalmış o boş G3 kovanını elinde sıkıp, o kovanı sıkan adamı, bunu neden yaptığını, ne koşullarda yaptığını düşünmek, bu lanet ama ölesiye güzel dağda senden öncede geçen yüzlerce,binlerce geceyi düşünmek, o insanları düşünmek demek.