özellikle 8. ve 12. yüzyıllar arasında yetişmiş islam medeniyetinin büyük âlimlerinin verdikleri eserler, günümüzün problemlerine bile ışık tutacak nitelikte olmaları hasebiyle "ölmez" sıfatını sonuna kadar hak etmektedirler. buradaki âlim kavramını sadece dini ilimlerde uzman olmuş kişiler için kullanmadığımı özellikle belirtmek isterim. zaten rahmetli şakir kocabaş (http://www.sakirkocabas.com/ ), kurandaki ilm kavramının bir bütünlük içinde kullanıldığını ve bu kavramın daha sonraları yanlış bir şekilde iki kavrama dini ilimler ve dünyevi ilimler dönüştürüldüğünü belirtmiştir. işte özellikle bu yüzyıllar arasında ilim kavramı bütüncül anlamda kabul edildiği için kimya, tıp, fizik, felsefe gibi alanlarda da uzmanlık sahibi olanlara âlim denilmiştir. ayrıca şu noktayı özelikle vurgulamak isterim ki, matematik âlimi harezmi, tıp âlimi ibn-i sina, felsefe âlim ibn-i rüşd ve diğer bütün zamanımıza kadar eserleri ulaşmış büyük âlimlerin hepsi kuranı ve hadisi de yetkin derecesinde biliyorlar ve bütün bilgilerini bu temel üzerine konumlandırmanın gayretine giriyorlardı. burada islam medeniyetinin yetiştirdiği büyük âlimlerden birisi olan ibn-i bâcce (ö: 1178)nin esas olarak erdemli olmayan bir toplumda yaşayan erdemli insanın alacağı tavrı konu edindiği siyaset ve ahlak felsefesinin, bediüzzaman said nursinin hayatı ışığında, bir köşe yazısına uyacak şekilde daraltılarak günümüze uyarlanması hususunu tartışmak istiyorum.
ibn-i bâcce endülüse felsefeyi taşıyan çok önemli bir filozoftur. ibn-i bâcce de kendinden önceki bütün felsefeciler gibi siyaset ve ahlak felsefesi üzerine düşünmüş ve eserler vermiştir. bu bağlamda ibn-i bâcce der ki, erdemli olmayan bir devlette yaşayan erdemli düşünür, en yüce amaç olan mutlak saadeti kendini toplumdan soyutlayarak bulabilir. iyi olmayan bir toplumda bir âlimin/filozofun/düşünürün devleti yönetmeye girişmesi, fikirleri anlaşılamayacağı için kendisi adına tehlikeli sonuçlar doğurabilir ve bu da genel manda bir fitne ortamına sebebiyet verebilir. bu yüzden asli görevi devleti yönetmek olan erdemli kişi bozuk toplumlarda bu vazifesini bırakmalı, kendini daha iyi yetiştirmenin uğraşısına girmeli ve belki de toplumda erdemli insan olma istidadı taşıyanlara kendi çapında yol göstermeye çalışmalıdır. yani topluma makro değil mikro olarak bakmalıdır. ancak böyle mutluluğa ulaşılabileceğini belirten ibn-i bâcce, kötü zamanlarda daha içe dönük ve görece pasif bir filozof profili çizmiştir.
bediüzzaman said nursinin hayat hikayesine baktığımızda da hayatında geçirdiği dönemlerin ibn-i bâccenin düşüncesi ile paralellik gösterdiğini görebiliriz. eski, yeni, ve üçüncü said olarak adlandırdığı hayatının evrelerinde said nursi, toplum ile olan ilişkilerinin değişimini aslında merhalelendirir. eski said, henüz yıkılmamış osmanlı devletinin eski günlerine dönmesi için gerek ilmi gerekse siyasi çevrelerde çok yoğun bir mücadele vermiş ve baş döndürücü bir hız ve bitmek tükenmek bilmeyen bir tempoyla çok farklı faaliyetlerin içerisinde bulunmuştur. fakat daha sonra osmanlı da yıkılınca ve yeni kurulan devletin çok farklı bir sistemi empoze etmek istediğini kısa sürede anlayınca toplumsal hayatın tamamen dışına çıkmış ve kendini çok farklı bir hizmete adamıştır. bu yeni said döneminde kendini iman hakikatlerine adayan ve etrafındaki bir avuç insana yazdırdığı eserlerle tek tek bireylerin gönlüne girmeye çalışan said nursi, toplumun düzelmesinin ancak bireylerin düzelmesiyle mümkün olabileceğini bu yüzden siyasete bulaşmanın değil fayda sadece zara ve fitneye sebep olacağını düşünmüştür. daha sonra tek partili rejimin sona ermesi ve demokrat partinin seçim zaferi ile oluşan kısmi özgürlükten umutlanan üçüncü said, bireysel çalışmalarına ara vermeden toplumu şekillendiren makro ölçekli planlarını tekrar açmış ve bir nevi tekrar siyasi arenada kendini göstermiştir. nitekim 1955 yılında cumhurbaşkanı ve başbakana medresetüz-zehranın açılması ile ilgili fikirlerini içeren bir mektup sunması üçüncü saidi anlamamız bakımından önemlidir.