--spoiler--
Asıl rahatsızlık, AB üyelik süreci devam ederse, Türkiye'de taşların yerine oturarak hukukun üstünlüğü ve özgürlüklerin genişlemesi ile gerçekleşecek demokratikleşmenin, bir daha anti demokratik güçlere imkân tanımayacak olması.
--spoiler--
bakınız; ab üyelik süreci denen şey, akp'nin iç politika malzemesi adına attığı adımdır. kıbrıs konusunda verilen tavizler ortada, devlet geleneklerinden verilen tavizler ortada... ab bize diyor ki; "müzakerelerin ucu açıktır" avrupa parlementosu "türkiye'nin ab üyeliğinin ucu açık olmalıdır tarih verilmemelidir" diyor, aynı avrupa parlementosu hırvatistan için 2009 yılına tarih vererek tavsiye kararı almak için son virajda... şimdi bu konuda bizim hükümetimizin ve devlet yönetimimizin bir çalışması var mı? yok... hangi ab süreci? akp'nin amacı ab'ye girmek değil, ab'den tarih almaktır, aldı da... o kadar tavizi tansu çiller, mesut yılmaz, bülent ecevit de verseydi, tarihi alırdı... bunu kanıtlayan en büyük şey de şudur, 16 aralık 2004'ü 17 aralık 2004'e bağlayan gece türk heyetine 5000 sayfalık bir rapor sunuluyor ve başbakan recep tayyip erdoğan engin ingilizcesiyle 1 gecede 5000 sayfayı okuyup, ertesi sabah "bizim aleyhimize hiçbir madde yoktur" diye yorum yapıyor, ancak aynı raporda, sususuzluk probleminin ortaya çıkması durumunda türkiye'nin yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının yönetimi ab yönetiminde bir komisyona devredilebilir deniyor... şimdi ulusalcı biri bunu eleştirdiğinde "vay sen bu ülkenin geleceğini etkiliyorsun" ulan öküz, biz boğazları alana kadar göbeğimiz çatladı, sen su kaynalarının yönetimini devredeceksin ve bunu ulusal çıkarlara aykırı görmeyeceksin...
hukun üstünlüğü derken; malı-ye bakanı kemal unakıtan'ın davası bulunan bir çok suçun affı söz konusu edilmekte sanırsam, ya da meydanlarda "dokunulmazlığı kaldıracağız" diye nutuk atıp, dokunulmazlıkları kaldırmamak... sonra çıkıp "hukuka güvenmiyoruz" diye alenen konuşmak... özgürlük derken; kendi parti teşkilatlarında kendi desteklediği adayın il veya ilçe başkanı olmasını hazmedemeyip, hemen görevden alıp arkasından kendi desteklediği adayı atamak kast edilmekte... neymiş? sen mensubu bulunduğun bir örgütte bir partide özgür iradenle adaylığını koyamayacakmışsın, toplumun demokratik şekilde seçtiği bir yönetici olsan bile bu merkez tarafından yadırganacak, görevden alınacakmışsın...
ayrıca ulusalcılığı eleştirenlerin büyük kısmının ulusalcılığın gerçekten ne olduğunu bilmemesi de oldukça ilginçtir... ulusalcılığın kendisini geliştirmesi ve yenilemesi gerektiği yönleri yok mudur? elbette vardır; ancak ulusalcı insanları tu-kaka olarak görmek de, kendisini demokrat gören zihniyetin aslında demokrat olmadığının bir göstergesidir... statükoculuk ile ulusalcılık çok farklı kavramlardır... ulusalcılık özelleştirme karşıtı değildir, ulusalcılık, özelleştirilen kurumların değerinde satılmamasını eleştirir... çünkü, havaya uçan milyar dolarlar yine bu ulusun parçasıdır. ulusalcılık demek ulusun çıkarlarını gözetmek demektir, ha siz diyorsanız ki; ben bu ulusun çıkarlarını düşünmüyorum, o zaman sizin bu ülkede siyaset yapma gibi bir hakkınız yoktur. örneğin; yarımca limanı'nın satış şeklini tasvip eden her kimse; ben o kişinin vatan sevgisinden şüphe ederim... uluslacı adam bunu eleştirince, demokrat -kendini demokrat zanneden- kişi çıkar "vay siz yabancı sermaye istemiyorsunuz..." ulan sığıristan pasaportlu öküz; senin 105 milyon dolara verdiğin yer, 10 sene sonra 1,5-2 milyar dolarlık bir liman olacak... zararlı olan kim? (bkz: en çok toprağı chp sattı/@paleface)
ana konuya dönersek; cumhuriyet gazetesi'nin yaptığı slogan çok yaratıcıdır. popülüst midir? evet popülisttir, ancak ciddi düşünüldüğünde, hakikaten cumhurbaşkanlığı makamının by-pass edildiğini görebiliriz...