gazeteci yazar ece temelkuran ölüm tehditleri alıyor. hepimiz görüyoruz. twitterda açıkça onu öldüreceğini söyleyen kimseler var. bir değil, beş değil.
bu tehditlerde ifadesini bulan zapt edilemez nefret, cinai saldırganlık meşru mu? değilse, nasıl oluyor da böylesine alenileşebiliyor? ve biz niye ağzımızı bile açmadan öylece duralım?
ece temelkuran, türkiyenin en önemli gazetecilerinden biri. belki de en iyisidir. londraya gider, filozoflarla görüşür, sokaktaki evsiz isyancılarla konuşur; i̇rana uçar birinci ağızdan röportajlarla döner; latin amerikadaki devrimci oluşumları yerinde takip eder; hindistan, fransa, endonezya, almanya, suriye nerede büyük bir sarsıntı varsa ece temelkuran hiç üşenmez, olağanüstü bir enerjiyle koşar, vakayı yakından tetkik eder ve incelikli, derinlikli yazılar kaleme alır. i̇ngilizce konferanslar verir, arapça öğrenir, asla boşa vakit harcamaz, türkiyeye muazzam bir entelektüel, duygusal enerji aktarır.
bugün ayşe arman gazeteciliği diye bir şeyden söz ediyoruz. asıl ece temelkuran gazeteciliğinden söz etmemiz gerekir.
o, binlerce olayın, tutuklamaların, sokak savaşlarının, katliamların, çatışmaların tam kalbine gider ve oradan ses verir. temelkuranı böylesine sevilen, vazgeçilmez biri kılan nitelik onun, iddia edildiği gibi basit bir duygu sömürücüsü olması filan asla değil, tam anlamıyla bir gazetecilik dehası taşımasıdır.
bazı fikirlerine, birtakım cümlelerine, eğilimlerine katılmayabilirsiniz. fakat ona kandil muhibbi demek, nerden baksanız iftiradır. temelkuran, kürt sorununu ve siyasetini gerçek nitelikleriyle kavramaya çalışan bir gazetecidir. bunun ötesinde, kürt meselesi, temelkuranın alakadar olduğu yüzlerce konudan yalnızca biridir. onun farkı, kürtleri uzaktan değil yakından tanımaya yönelmesidir. hiçbirimiz yerimizden kalkmazken o bütün doğu şehirlerini bir bir gezdi, oradaki insanlarla birebir görüştü. mahalle futbolcusundan militanına, zerzevatçısından yeni geline kadar herkesle. yeminle söylüyorum büyük cesaret. hakikat iştiyakı.
ayrıca, son derece titiz bir romancı, özel bir şairdir. yazının kalıcılığı ve bağlayıcılığına ilişkin bilinci, onun edebiyatla kurduğu irtibatı bir ölçüde açıklar.
muz sesleri, ortadoğuya [beyruta] gidilerek yazılmış, bu ülkedeki tek romandır. [en azından benim bildiğim tek roman. belki bir, bilemedin iki tane daha vardır, olabilir.] bu, temelkuranın insanlık sorunları, siyasi meseleler, sosyal problemler karşısında edebiyatın yatıştırıcı ve şifalı tesirini kavramış ender yazarlarımızdan olduğunu kanıtlar.
kısacası, ece temelkuran bir dahidir.
bunları, temelkuran güzellemesi yapmak için söylemiyorum. i̇cap ettiğini düşünmesem, ondan hiç bahsetmezdim. benim işim değil. hakkında şimdiye dek bir yazı yazdım, o da erkekler ergen mi, değil mi? tartışmasıydı. fakat ölüm tehdidi de ne oluyor arkadaş? delirdiniz mi? onunla gurur duymamız, ondan ilham almamız gerekirken, evimizin okumuş kızı gibi benimsememiz gerekirken yani, ece temelkuran dünyanın öbür ucunda sosyal hak mücadelesi veren işsiz bir kimyagerle anlaşabiliyor da bizimle mi anlaşamıyor?!
ece temelkurana özür borçluyuz.
bu derece çalışkan, yetenekli, duyarlı ve zeki bir yazara vijdan kuaförü demek de banal. böyle uyduruk etiketleri birbirimize yapıştırarak hakikati perçinleyemeyiz. bu, eleştiri değil. bu peki, kızmayacağım manasız tamam, söylemek zorundayım: kudurmuş soytarılıktır! mevlana vijdan kuaförü müydü, yunus emre patetik bir meczup muydu? en büyük bilgelerimizin bir elleri daima vicdanlarındaydı. vicdansızlığı, kabadayılığı, gözü dönmüşlüğü mü öveceğiz?
birileri de şöyle yazıyor: ece temelkuran kimdir? yani kim ki, kim oluyor? yazının bir haysiyeti var, kim olduğunu sen söyleyeceksin, böyle sokak ağzıyla, soru görünümlü ithamlarla yazı yazılmaz.
ece temelkuranın yerine koyabileceğimiz ikinci bir kişi yok. bunca işi, bu kalitede hiç kimseye yaptıramayız. hele ki bu ücret, bu muamele karşılığında.