hayatımızda hep bir şeylere sahip olduğumuz gerçeği sanırım hayatın en kaçınılmaz gerçeklerinden biri olmuştur bizde. önce hayallerle başlar her şey onu isteriz önceleri sadece basit bir istemenin hayali olur bu, daha sonrasında derinleşerek daha daha daha daha büyük bir istemenin hayalini oluşturur bizde. bu büyük hayal sanki filizlenmeye çalışan bir tomurcuk gibi tam çiçek açmaya başladığında o hayalde gerçek olmaya başlar. böylelikle arzu ettiğimiz şeyi elde etmiş ve onun varlığı ile mutlu olmuş oluruz. bu sahiplik isteği sadece somut nesneler değil soyut kavramların arzulanmasıylada var olabilen bir durumdur. istediğiniz mesleği yapın ama içinizde o küçük yaştan beri arzuladığınız mesleği yapmıyorsanız yaşınız kaç olursa olsun aklınızın bir ucunda yada yüreğinizin bir köşesinde sızıldayan bir yara gibi inilti içinde olur. bunu en basitinden örneklendirmek gerekirse yaşadığım bir çıkarımı dile getirmek isterim. oyunculuk okuyorum ve her sene kazanan arkadaşlarla bir muhabbet halinde oluyorum. bir gün birine sordum ne yaptın buraya gelmeden önce dedim. aldığım cevap beni şaşırtmadı ve düşüncelerimi doğru çıkardı. adam okula gelmeden önce 4 yıllık kamu yönetimini bitirip aramıza katılmış. yani o 4 senenin boşa geçtiğini düşünse de yinede arzu ettiği mesleğe yönelmişti. kısacası hayal kurarak başladığımız bu serüvende sonucu kurduğumuz hayaller değil o şeyi ne kadar istediğimiz belirlemekte. sahiplik isteği de bunun devamında bizi sarmakta. peki sürekli sahip olma isteği bir gün birinin sizi sahiplenmesi ile hayatınızı değiştirse?
sanırım bir şeyleri başarmak ve sahip olmak isteği o kadar yoğun yaşanmakta ki bünyelerimiz de birinin bize sahip olmak istemesini aklımızın ucundan bile geçiremiyoruz. yada bu olayı sürekli görmezden gelebiliyoruz. bir sevgilinin bir patronun ufak bir çocuğun yada beslediğiniz hayvanınızın bile size sahiplik duymak istemesini gözden kaçırıyoruz. siz sahip olduğunuz somut veya soğut kavramlara nasıl davranıyorsunuz? özene bezene hayallerden pamuk yataklar yapıp onu rahat ettirircesine, gözünüzü ondan ayırmamacasına, aklınızın içini kemiren bazense yüreğinizin altına indiremediğiniz bir olguda onu bakıp büyütüyorsunuz içinizde. işte bir başkasının size aynı duygu temposu içinde sizi hayallerinin baş rol oyuncusu yaparak olmazsa olmazı haline getirmesi de böyle. ama az öncede dediğim gibi kendi yaşam standartlarımızı belirli bir çizgide tutmak için harcadığımız efordan dolayı nasıl oluyor, bilinmeyen bir sebepten ötürü bunun farkında bile olamıyoruz.
asıl önemli olan içimizde yaşattığımız hayallerin sizden başkasınında size karşı, içinde yaşatabileceği gerçeğini görebilmekte. birazda bütün iş yürekte. aslında tahir ile zühre olabilmekte belkide. zühre tahiri okadar sevmeseydi ne kaybederdi tahir tahirliğinden? evet hiç birşey kaybetmezdi. şair bu mısralarda durumu çok net özetlemiş. hayatımızda birinin bizi sahiplenmesinin farkında olmamamız bizden bir şey kaybettirmez. tam aksine anlamamış olmamızdan ötürüde hayatımıza ara vermeksizin yaşamaya devam ederiz. mutluluğun 10 temel sırrı gibi garip yazılar veya başlıklarla başkalarının yaşam tecrübelerini değerlendirmeyin demiyorum elbette onları da göz ardı edemeyiz ama kendi yaşam standartlarımız içinde gelişmekte olan bu olguyu da kenara atmamamız halinde yaşayabileceğim duygularında altını çizmeden edemiyorum.
hayatta sürekli sahip olup kazanmak nedir ki? en büyük hayali kazandığınızda herkesi altınızda görüp o şahsere bakıp en büyüğü benim diyorsan ve şimdi ne olacak diyorsak ve yine çevremizde artık kazanabileceğimiz yada var edebileceğimiz en büyük arzu ve isteklerimiz kalmadıysa en büyük kaybeden sen değilmisindir aslında?
işte o zaman hayatımıza girecek olan daha farklı olguların farkında olmamamızın geldiği andır bence. bakıp ta göremeyen gözlerin artık işlevini yapması gerektiği hayatımızda yapacağımız arzu ve istekleri zamanında ve yavaş yavaş yaparak ilerlememiz gerektiğinin ve son olarak size sahip olmak isteyenleri görmemiz gerektiği zamandır bence. bırakın deniz sizi içe çeksin. bazen bir kum tanesi olun kocaman bir kumsalda bazense denizdeki bir balık olun ama yinede bırakın deniz sizi içine çeksin. suyun dışında kalmaya çalışmayın. belkide bir kerede itiraz etmeyin bu duruma. bir kerelik olsun bırakın monoton yaşamınızı. akışına bırakmak diyorlar son dönemde. ipin ucu kaçar mı? diye düşünmeyin. her kaçan ip, devamında bir yenisini doğurmakta. yoksa bu sürekli sirkülasyon eden hayatın bir yerde bitmesi gerekmezmiydi? (Ölüm gelmesin hemen aklınıza o farklı bir süreç. sonrası var yada yok bilinmez o konuya hiç girmiyorum.)
bırakın biri size sahip olsun. sahiplenilmeniz halinde başınıza gelebilecek ve sizi tek düze yaşamın yine tek penceresinden kurtarabilecek bir durumun varlığından haberdar olun. sevilmenin sevmek kadar özel bir duygu olduğunu bilin. o kadına yada o adama bir şans verin. kısır bir döngü olan hayatın çarklarına sıkışıp kalmayın.
kadının önüne dünyayı sersen,şu tarafa doğru sersek daha iyi olmazmıydı der. bırakın desin beyler. sizi sahiplenmiş bir kadın zaten bir çok şeyi aşmış demektir. bir cümlesine bakarak hataya düşmeyin. yada hanımlar sizler etek boyuna karışan erkeğe kızıp yakmayın ortalığı. sizi sahiplenmiş bir erkekte size karşı çok yol kat etmiştir.
kısacası hayatımızda hep bir şeylere sahip olma isteği bizi kör edendir kanımca. bir kere tüm ipleri elinizden bırakın o kişinin sizi sahiplenmesine izin verin görün onu ve yaşanabilir güzelliklerin farkına varın.
birisinin sizi sahiplendiği hissini yaşayın.!!!
-Sonuna kadar okuma teveccühünde bulunan herkese teşekkür ederim. Sürc-i lisan ettiysek affola..