aşk: birşeylerin çoğu değildir. çok güzel bulmak değildir aşk, ya da çok çekici, ya da çok seksi. aşk: akla gelebilecek tüm sıfatların ahenk içinde olabilmesidir. ben çok güzel bir kadına aşık olmadım, ya da çok zeki, ya da çok mutlu, ya da çok seksi, ya da çok zengin. herhangi birşeyin çoğu değildi. yanyana olduğundaki heyecan ve mutluluktu aşk. anlatabileceğin şeylerin bitmesinden korkmamaktı aşk. dinlemekten zevk almaktı aşk. kendinden çok karşındakini düşünebilmekti aşk.
içini boşalttılar pirim. çok üzülüyorum bazen. ömrümde ciddi anlamda 2 sevgilim oldu. sadece 2 insan bana aylarca (hatta yılı geçti birisi) katlanabildi, benimle uyudu, benimle sevişti. onun dışında gelip geçen onlarca kadın; tüm her şeyin içine ettiler. üzüldüğüm kısım: benim çok sevdiklerimde herşeyin içine ettiler, hiç beklemezdim. bana aşık olduklarını söylediler. 'inanmadım'. sonra 'sensiz yapamam' dediler 'yok artık' dedim hemde sesli bir biçimde, adım şımarık oldu, götü kalkık kaldı hep. ha genel olarak 'duygusuzlukla suçlandım'. sonra ayrıldık; hepsi birini buldu bir ayı geçmeden. bense geri sayım yaptım resmen; kaç gün geçirdiysem o insanla aynı zaman aralığında unutabildim. acıyorum; duygusuzluğumdan dert yanan tüm kadınlara, acıyorum 'beni bırakma' diyip aldatanlara, ağlatanlara.
ömrüm boyunca bir kadını cinsel anlamda kullanılmış hissetmemesi için çabaladım. belki saçma, komik yada anlamsız gelecek ama her öpüşmeden önce sordum 'öpebilir miyim?' diye. utangaç biri olduğumdan değil sadece sordum işte. istemediği, yada izin vermediği hiç bir şeyi yapmadım. kırılmasın diye çok çabaladım. beni niye kırdılar lan bunlar? niye üzdüler? ben birine seni seviyorum demek için harbiden sevdiğini hissetmesi gereken bir adamdım. bu çizgimi hiç bozmadım. hatta aşkım lafından çok ismimle hitap edilmesini istedim. şimdi bu iki hareketten dolayı 'duygusuz' oldum ben ya. niye? diye sormadı hiç bir kadın. neden isminle hitap ediyorum sen benim aşkımsın! dediler. niye biliyor musun? çünkü sen ömrümde belki onlarca defa aşkım dedin birine. niye seni seviyorum demek zor biliyor musun? çünkü ben senin kadar pardon sizler kadar tüketmedim o iki kelimeyi. birine seni seviyorum derken heyecanlanmadan söylemek istemedim. siz öyle yaptınız, sen öyle yaptın. belki hala yapıyorsun...
sevmeden sevişmedim mesela, bir kadına dokunmak güzeldir ama kendimi etrafa kanıtlama çabam olmadığı için, zaten yaşadıklarımız özel olduğu için; kendime kendimi kanıtlama çabasında olmadığım için, hep sevmeyi bekledim. sevdiğin insanla öpüşürken, yada onun içindeyken, orgazma yakınlıktan çok 'mutluluk' oluyor. sebepsiz bir mutluluk, onun gözüne içine bakarken ki mutluluk, ona sarılarak boşaldığında kalbinin normalden milyon kat hızlı atması bunu ilk yaşadığımda kendime küfrettim bundan önce sırf yapmak için yaptığım onca şey için. bunuda öldürdüler pirim. sikip attılar kızları, sonra anlattılar; şöyle yaptım böyle yaptım. hatta gizli çekim videolarını internete yüklediler. sikip attılar aşkı yani. sevişmekle sikişmek arasındaki ince çizgiyi siyaha boyadılar. sikişmek: tek taraflıdır. unuttular. buna alıştılar, kadınlarda alıştı işin ilginci. üzülüyorum...
beklentilerini hep yüksek tuttu kadınlar. her daim mutlu etmeli hissine kapıldı. beni tanıdığındaki komik, sosyal, kendinden emin adamın aslında üzgün, kırgın, dostu olmayıp onlarca arkadaşa sahip, kendine güveni olmayan bir adam olduğumu anladıklarına soğudular benden.
ot içmeme kimisi çok kızdı, kimisi benimle başladı, kimisi eşlik etti zaten yaptığı birşeydi. tek dayanak noktaları güçlü olmamdı, çooook güçlü olduğumu düşünmeleriydi. onca şeye rağmen vay be helal sana içten içe hayranlık, o güçlü erkeği yanında görmek mutlu etti onları, sonra güçsüz olduğum zaman afalladılar tabi, sen ağlar mıydın? dediler hep. ağlarım ben tabi ki; bende insanım. hep ayrılık konuşmalarında ağlıyorum birde; işin ilginci her seferinde 'ben seni yanlış tanımışım', 'seni şimdi anlıyorum' diyerek barıştık tekrar. 'üzüldüğünü bilmiyordum sevgilim' diyerek sarıldılar. peki üzüldüğümü bildikten sonra ne değişti bu amına koyduğumun hayatında? ben şimdiye kadar niye ağlamadım sana? Bildiğim bir filmi izlemek gibiydi aşk. her seferinde, ne olacağını bile bile hep umutlandım boş yere...
bana çok komiksin diyenden korktum hep. çünkü benden daha komik birini bulursa aldatacağını düşündüm ki; öyle oldu. bana çok yakışıklısın diyenden korktum hep; benden yakışıklısını bulursa aldatacağını düşündüm ki; öyle oldu. korktum yani, yaşım 15 falandı ilk defa bir kadınla seviştiğimde, o kadar çok ısrar etmişti, o zamanda korkmuştum niye sevişiyoruz ki biz ya yapamazsam? demiştim. bana verdikleri tek şey korku oldu. şimdi 22 yaşındayım. itirazım yok bana çok şey kattılar. ama çok şey götürdüler. bir çok hayalimin içine ettiler, üzdüler len. gerek yoktu.
aslında sebep belli; ben mesela ilk kiminle öpüştüğümü hatırlamıyorum. ama ilk defa kime seni seviyorum dediğim aklımda! heyecandan geberiyordum lan. ama kadınlar tam tersini hatırlar: ilk öpüştüğünü hatırlarlar, ilk defa kime seni seviyorum dedin? diyince afallar kalırlar. duygusallık dedikleri şey: bir insanın öpüşmeden aşık olması onlar için, yada bakire olmasam da beni sever miydin? sorusuyla kısıtlı onlar için. bu aşağılık kompleksine, bu paranoyaya sahip olmalarına neden olan tüm erkeklerinde taa amına koyayım hemde içtenlikle.
hayat; bazen bir rüyayı yaşamak gibidir. ne zaman uyanacağını bilmediğin gibi, neyin mantıklı olduğunu hiç düşünmezsin. en iyi sonlar: beklenmedik olanlardır. her konu hakkında onlarca duygusal hikaye türeten kadın; neden ayrıldın? sorusuna 'bilmiyorum'da diyebilir. der yani; neden? diye sorduğunda çünküyle başlayan bir açıklamaları yoksa bunu yaparlar. ki zaten çünkü ile başlayan tüm açıklamalarda da sıçıp sıvarlar. ben aldatıldıktan sonra hep sordum 'neden?' diye. aldığım cevaplar hep şöyleydi: 'sen takmıyorsun, sen sevmiyorsun, sen şusun, sen, sen, sen' ulen madem bu kadar soru işareti vardı kafanda neden sormadın hiç. bir kere bile şikayet etmedin? yada bir kere olsun; aşkım şu huyunu sevmiyorum demedin? ya da bunları söyleyecek cesaretin olması için birini mi bulman gerekiyordu? bu kadar mı korkaksın? bu kadar mı korkuyorsun yalnızlıktan? bu kadar mı bencilsin?
şimdi ben sarhoş oluyorum, ya da bu ara ota çok abandım devamlı kafam yüksek ama bunların nedeni sen değilsin, kendini büyütme. buna zaten izin veremeyecek kadar egoya sahibim. genel üzüntüm; bu boşluk, bu umutsuzluk. her kadının birbirinin aynı olması, her kadının aynı şeylerden hoşlanması, her kadının aynı şeylere gülmesi. kadınlar kendine neden yalnızım sorusunu sorar mesela. yalnızlıktan korktukları için; duygusal olduğunu idda eden bir güruhla karşı karşıyayım. yalnız olmamak adına sevilmediğimi nereden bileyim ben? yalnız olmayan birini bulsam yani sevgilisi olan birini bulsam, şunu da biliyorum; senin için bir başkasını terkeden, bir başkası için seni terkeder. bu paradoks beni yiyip bitiriyor!
yalanı kimse sevmez ama herkes yalan söyler oysa kimse de mecbur değildir. hatta dürüstlük bir erdemdir çoğu insanın gözünde en azından öyle söylerler. ama herkes yalan söyler. olmamızı istemedikleri insan olduğumuz zaman kendimizi farklı hissederiz, ondan heralde. yapma denilen şeyin çekiciliği, bel altı muhabbetin kahkahası farklıdır. kavgadan sonra aynada kendine bakıp 'en azından yürüyüp gitmedim' diyebilmek ki bunu dediğim zamanlar genelde kaşımın patlak, gözümün mosmor olduğunu anlardı.
birilerinin seni, senden iyi anladığı yalanının söylendiği zamanlarda komiktir aslında. kimse kimseyi anlayamaz. hatta üzüntüsünü paylaşanı dinleyen dost; kendisinin karşısındakinden iyi olduğunu ıspatlar kendine. bu yüzden dinliyordur zaten...
insanlar kendilerini biraz daha iyi dinlesin diye, her konuşmasında kendini pazarlayan kadınlarla, kadınlar beni sevsin diye her dakika romantizm ayaklarından hediyelerle, parasıyla ego şişiren erkekler birbirini bulduğunda yinede mutlu olamazlar. olamazlar amına koyuum, çünkü olay üstünlük savaşıdır. ayrılıktan sonra da aynısı yaşanır: güç savaşı. ben daha dik duruyorum senden! şaka gibi...
çok sevdiğimde, aşık olduğumu tüm damarlarımda hissederken sona yaklaştığımızı sezdiğimde; hep terkettim, ayrıldım. çünkü yordular, çook yoruldum. bir insana 'beni bırakma', 'benden ayrılma' diyecek kıvama geldiğim zaman bıraktım aşkı. ama şundan da eminim; beni bırakma diyen sevgilinin gözyaşlarındaki hakikat, yalvarışında aşk sahibicidir: 'seni seviyorum çünkü bana ihtiyacın yok' demeye getirir herşeyi. ama dillendiremez çünkü bu cümle çok duygusuz! işin boktan yanı karşındakine ihtiyacın olduğunda, ve bu karşıdaki bunu hissettiğinde umursamaz oluverir. kopuş başlar. ait olduğunu hissettiği adama sahip olduğunu anlar. bu da kadınların olmayan egosunu okşar, yada zamanında çok incinen kalbine merhem olur. bir değişir, konuşması hareketleri, her zamankinden cesurdur, daha açıksözlü. yazık...
bakire olmayan kız arkadaşlarımın 'bisiklet kazası' yalanını 2-3 defa duydum. neymiş bisiklet sürerken olmuş aslında bakireymiş. birinin ilki olmadığını bile bile, ona 'sen benim ilkimsin' mesajı vermeye çalışmak kadar saçma bir olay olamaz heralde. bu konuda takıntılı olan insanlara da acıyorum. genelevdeki kadınlarla sırf ilişkiye girdim diyebilmek için parayla kendini tatmin eden bir insan; nasıl olurda 'evleneceğin kadın bakire olacak hacı' diyebilir?
erkeğin geçmişini kurcalayan kadında aynı egonun esiri. 'daha önce kiminle yattın?', 'en iyi orgazmın bu muydu?', 'daha önce birine böyle bir hediye aldın mı?', 'daha önce birisiyle tatile çıktın mı?' kendini bir önceki sevgiliyle kıyaslamak. buna gerek yok.
birşeyler hep güzel bitmez; aşkta dahil buna. bazen cinnetinde, cenneti bulur insan. tüm inanmamız gereken şey huzur ve mutlulukmuş yalanından sıyrıldığı anda belirir herşey gözünün önünde. karısını 100 yerinden bıçaklayan adam, erkek arkadaşının penisini kesen kadın... .
aşık olduğun anlarda gerçekle yüzleştiğin her an kızgın olmanın nedeni, senin safça inandığın kendi gerçeklerinin yalan çıkması. hiç birşeyin umduğun gibi olmayışı ayyuka çıktığında da aynı ifadeyle bakar insan aynaya. neden? sorusunu sorar. mantıklı olan tüm cümleleri, en ağır duygusal yaşanmışlıklardan sonra sarfetmemizin nedeni gerçekle yüzleşmemiz aslında. geç anlamanın verdiği telaş ve treni kaçırdığın hissi, gitmek istediğin yere geç kaldığın düşüncesi... özünde herşey; bildiğin sonu yaşamak. biran herşeyden vazgeçmek; ardından aynı heyecanla tekrar başlamak sonra hiçbirşeyin istediğin gibi gitmediğini görüp üzülmek; vazgeçmek. ardından aynı heyecanla tekrar başlamak sonra hiçbirşeyin istediğin gibi gitmediğini görüp üzülmek...
ölümler, yalanlar, acılar, üzüntüler olmamış gibi sanki hiç yaşanmıyormuş gibi hayata devam etmeye çalışmak kendini kandırmaktanda öte bir varsayım aslında. mesela ben uzun zamandır; çok iyiymişim gibi yapıyorum çünkü insanların bana acıyarak bakmasına tahammülüm yok. o konumda olmak istemem, bu boşluktan yararlanmaya çalışan kızlara da ayarım bu dönem. sanki sevgiliyle arasının bozulmasını bekleyen kanka gibi devamlı elleri omzumda 'iyisin dimi?' 'öylesine bir mesaj atayım dedim' kim birine öylesine mesaj atar ki? gecenin birinde hemde, sen sürtük müsün? insan olmaktan utandırıyorlar bazen, bu kadar bencil olmamalı insan. ben sırf bu duygusal boşlukta bana merhem oldun diye sana sarılacak kadar güçsüz müyüm? ben değilim, ama biliyorum ki sen öylesin demek geliyor içimden, onu da demiyorum. beni tanıyorsan; tanırsın ama tanımıyorsan kendin gibi sanırsın. bu kadar net.
bu yazının herhangi bir sonu, yada anafikri yok. bana kalsa 5 saat daha yazarım ama uyumam gerek saat 10'da uyanmam gerek. bu yazıyı neden yazdığımı bilmediğim gibi, bu yazıyı nasıl bitereceğimide hiç düşünmedim. çünkü silmeden yazıyorum ki bence en zor olanı ama en doğalı. bir sonuç gerekiyorsa illa ki, genelde gerekir; ama yok. belki şöyle bir final olabilir 'senin sandığın gibi değil hiçbirşey arkadaşım!. çünkü sandığın gibi olsaydı umduğun gibi yaşardın'