90 lı yıllarda çocuk olmanın zorluklarından biridir, iş bu durum atarisi olmayan çocukların üzüntüsünden bile kat be kat fazla üzer çocuğumuzu, çünkü bu çocuğumuzun atarisi vardır ama ısındığı için oynayamamaktadır ne trajik. içi burulur, midesi bulanır, ağzında bir kuruma, boğazında bir düğümlenme hisseder. uzunca bir süre o düğüm orada kalır, kadim dostunun elektrikle olan bağlantısını kestiğinde hayat damarlarından biride kesilmiştir artık.
içine bir hüzün çöker, gözleri dolar bir köşeye oturup sevgili dostunun soğumasını bekler, bunu yapmakta zorundadır zaten. geçen hafta yedek adaptörünün gözlerinin önünde yanarak can verdiğine şahit olduktan sonra, aynı durumu tekrar yaşamayı kalbinin kaldıramayacağını düşünür.
birde bu atarinin kasetleri vardır. hepsini çocuğu gibi sever hiç biririni diğerinden ayırmaz bu çocuğumuz. ''sağlıklı olsunda kız erkek farketmez'' der biricik çocukları için. bazen onları arkadaşlarıyla ''geçici bir süre'' takas eder, ama aklından bir türlü çıkaramaz onları. çok merakta kalmış, içi içini yemeye başlamışsa gece arkadaşını arayıp ''necati naptın oyunu bitirebildin mi bari?'' bahanesi altında kesetlerinin durumunu sorar.
ilginç bir tespit daha:
adaptörün ısındığını ilk olarak hep anneler fark eder ve şöyle bir diyalog başlar:
anne: kamil bunun adaptörü çok ısınmış çabuk kapat bunu
kamil(çocuğumuz): tamam anne bir saniye lütfen, olimpiyatlarda 110 engelli koşuya geldim bitireyim ondan sonra
anne: kamiiiiil kapat dedim şunu
baba: ''tek kelime konuşmaz gelir fişi çeker televizyonu açıp haberleri seyretmeye başlar''
sonrasında gelişen hadise ani ve güçlü bir dürtü şeklinde peyda olur, annemizde amaca ulaşmanın dinginliği kamilde yine bir iç burulması ''ilerde kendi çocuğunun atarisinin fişini asla çekmeyeceğini, çocuk esirgeme kurumundaki her çocuğa atari alacağını falan düşünüp olgun bir savunma mekanizması olan elseverlikin doruklarına ulaşır''...