anadolunun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya, hava kararmaya başlar. karanlık iyice çöker köyün üzerine. evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır. adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir.
evin penceresinden, karanlık bahçeye vuran ışıkta, ağaçların arasında bir gölge belirir. kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. kadının sevgilisi bahçededir
tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. kadın kocasının uyumasından emin olunca
sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer ve pencereden aşağıya atlar.
başka bir adam için kadın kocasını terk eder
koşarlar iki sevgili.. tarlaları, ovaları aşarlar
anadoluda bir köy nasıl nasıl koşmasınlar ki. arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır namus belası. töre cinayetleri yoksulluk cefa korku arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler
köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar
kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki ;
evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor
çıkartıp bakarlar ki!
ayakkabısının içinde bir tomar para!
kocası her şeyin farkında biliyor ki gidecek
beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. bana emeği geçti
yaban elde muhtaç olmasin diye!
o yoksul köylü;
bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu
o güzel insanı
o onurlu davranışı sergileyen
o terk edilen adamı
hepiniz taniyorsunuz!
çünkü o ;
bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi
uzun ince bir yoldaydı ve
gidiyordu gündüz gece
şimdi sorarım size ;
bu memlekette töre cinayetleri, kadına karşı uygulanan şiddet mi yakışır? yoksa âşık veysel gibi hayatında hiç kitap okumasa, okuyamasa bile
kitap gibi hayat yaşayan adamlar mi yakışır. *~~