I. Dünya Savaşı'ndan sonra Andre Bretton'un öncülüğünde protest bir akım olarak ortaya çıkan ve düşsel bir anlatım tarzı seçen sürrealizmde, gerçeklik kaygısından uzaklaşıldı, gerçeküstü düzeye çıkıldı. Sigmund Freud'un kuramlarından esinlenen Breton için bilinçdışı, düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneğiydi. Bilinç ile bilinçdışını bütünleştirmek üzere, düşsel dünya ile gerçek yaşam "mutlak gerçek", ya da "gerçeküstü" içiçe geçiyordu. Sürrealizm'in resim alanında yer alan sanatçılar, bir uçta ne olduğu tam olarak anlaşılmayan ancak sezilebilen biyomorfik biçimler kullanarak (simgesel sürrealizm), bir diğer uçta ise ayrıntılarının tümü inceden inceye tanımlanmış olmasına karşın usçu anlamı bozarak (veristik sürrealizm) düşsel bir dünya yaratmışlardır.
Sürrealist akımın, resimdeki önemli temsilcilerinden olan Rene Magritte (1898-1967) Belçika'da doğdu ve yaşadı.1916-18 yıllarında Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğrenim görmüştü.
Magritte, yapıtlarında ağaç, sandalye, kapı, pencere, ayakkabı gibi çok sıradan nesneler (gerçek figürler) kullanmasına rağmen, eserlerinde uykudan uyanma evresindeki bilinçdışı durumu büyüleyici bir biçimde yansıtmaktadır. Sanatçı, gerçekçi ve doğrucu bir yaklaşımla betimlenmiş, kolayca tanınan bu sıradan nesnelerin görüntülerini, kendi doğal çevrelerinden çıkartıp, usa ters düşen, şaşırtıcı, düşsel bir ortam içinde vermiştir. Gerçeklik duygusu yaratan ip uçlarını bilerek yanlış kullanıp, görünen dünyanın gizeminden kaynaklanan şok ve sürprizleriyle bizi geleneksel görme alışkanlıklarımızdan özgürleştirip, us ve mantık dışını anlamaya zorlamaktadır.
"Personal Values" isimli yapıtında nesneler uzaydaki yerleriyle uyumsuz büyüklüktedir.
"The Blank Seeing"de arkada kalarak görünmemesi gereken ağaçlar, hatta boşluk ön plandaki atın önüne gelmektedir.
"The Empire of the Light" isimli yapıtında ise ön plandaki ışık ve gölgeler gökyüzündeki aydınlıkla çelişmektedir.