evet beyler, bayanlar. kış mevsimi kendini hissettirmeye başladı. çevremizde birçok insan envai cesit grip, soguk alginligi tadinda hastaliga gebe. birlik ve beraberlige en cok ihtiyac duydugumuz bu gunlerde en buyuk dertlerimizden biri burnunda sumuk olan bir arkadasi uyarmak.
demligi kavradim, caylari tazeledim. mutfak masasinda karsimda oturuyordu. "abi, merve iyi hoş da, ne bileyim çok darlıyo ya. bağlanmaya hazır değilim." slytherin yılani kıvamında sümük yavaştan burnuyla dudak üst çeperi arasında kıvrıla kıvrıla ilerliyordu. "sen de haklısın" diye yanıtladım, göz temasından kaçınıp sümüğü izleyerek. burun-dudak arası bölgesi hissizleşmiş olabilirdi; ama karşısında oraya dik dik bakan birisi vardı. uyanmadı. "lan biliyosun, hala sinem muhabbeti var. kız geçen mesaj atmış seni çok özledim falan diye, heycanlandim abi. bi kıza böyle şeyler hissederken başka bi kızla olur mu ki simdi?". "olmaz" dedim, monologunun sadece son kısmını anlayabildiğimden. kitlenmiştim sümüğe. "hasta mısın?" dedim. "biraz hasta görünüyorsun, burnun falan kızarmış." anlamadı. sinirlendi. "ne alakasi var amına koyim, ben ne diyom sen ne diyosun." çaydan bir fırt cekti. buhar sümüğü daha da gevşetti, artık iki burnundan da akıyordu. birinden şeffaf diğerinden açık yeşil sümük akısı beni resmen büyülemişti. kendimi boston celticsi düşünürken buldum. "neyse hacı kararsızım işte. kız gel dememe bakıyo, o derece." burnunu çekti, ama yetersizdi. farkına vardığına sevinerek şöyle dedim: "yarraama gel demene bakıyo, napsın merve senin gibi sümüklüyü. peçete veriyim mi, çarşaf mı istersin? ya da siktiret, isim tak, ona bi oda ver." güldü, kolunun tersine sildi. "o değil de cerene ne diyosun? sen de, koşar o kız."