uzun sessizlikleriyle, boğucu havasıyla, renksizliğiyle , diyaloglarıyla insanı bunalıma sokan etkileyici bir andrey tarkovski filmi. film çekilirken yaşanan olaylar da ayrı gariptir.
filmin sonunda iz sürücünün eşi ile olan diyalog ve eşinin -izleyiciye içini döküyormuşçasına- kocası için söyledikleri fazlasıyla etkilemişti beni.
şöyledir o da:
--spoiler--
çoktan farketmiş olmalısınız ki, o bu dünyadan değil.
tüm civar ona güldü.
tam bir beceriksizdi, acınacak halde görünürdü.
annem, "o bir iz sürücü, ebedî bir mahkum! iz sürücülerin ne tür çocukları olduğunu bilmiyor musun?" derdi.
ben onunla tartışamazdım bile.
onun ebedî bir mahkum olduğunu ben de biliyordum.
ve çocuklarını...
ama ne yapabilirdim ki?
onunla mutlu olacağıma emindim.
çok acı çekeceğimi de biliyordum elbette.
ama, gri, sıkıcı bir hayata sahip olmaktansa keskin bir mutluluk daha iyidir. belki...
sonra tüm bunları düşündüm.
ama sonra bana yaklaştı ve dedi ki: "benimle gel."
gittim ve hiç pişman olmadım.
asla!
çok acı çektik...
çok korku ve utanç yaşadık.
ama hiç pişman olmadım ve kimseyi kıskanmadım.
bu sadece bizim yazgımız, hayatımız. işte bu biziz.
ve talihsizliklerimiz olmasaydı, daha iyi durumda olamazdık.
kötü olurdu.
çünkü o durumda, hiç mutluluk olmazdı.
ve hiç umut kalmazdı.
senin gözlerini seviyorum, canım arkadaşım,
onların oyunu çok tutkulu ve parlak,
yukarıdaki sana ani bir bakış gönderdiğinde,
ve cenneti uçuran aydınlık gibi,
sondan sona kadar her şeyi alırdı.
ama benim hayran olduğum bundan fazlası:
süzgün gözlerin
aşk uyandıran ateşin patlamalarında.
ve kirpiklerin içinden hızla gider
arzunun sıkıcı ve kasvetli çağrısı.
--spoiler--