godard ın 1962 de çektiği bir kadının arayışı, kelimleler ve sessizlik üzerine bir film. 12 tablodan oluşan dolayısı ile 12 parçaya ayrılmış filmde, nana nın (anna karina) kendisinin de tam çözemediği bir şeyi arayışı ve bu süreçte hırsızlık ile başlayıp fahişelik ile süren denemeleri, kayboluşları ve sonunda yakalayışı anlatılıyor. ilk dönem filmlerinin aksine daha çizgisel bir kurgu izleyen godard, vivre sa vie de daha durağan çekimler ile ve kolaj stili anlamlar olmadan ilerliyor. tabi bununla beraber alışılmış godard stili odak noktasından hafifçe kayan kamera çekimleri ve özellikle açılış sekansında arkadan denediği çekimleri es geçmemek gerek.
---olası spoiler ibaresi---
poe nun hikayesi ile sonlara doğru özdeşlik kazanan nana nın hikayesi kendini bırakıp gerçeklik ve masumiyete varış hususunda bir nevi hal-kal hikayesi. sesli başlayıp aslında sessiz filme doğru giden, belki bir anlamda sessiz sinemadaki teatral anlatımın samimiyetini vurgulayan film, bunun yanında kullandığı tematik müzikle de sakin atmosferini yer yer gerilimle dengeliyor.
yine bir sahnede jules et jim sinema salonunun tabelasında görünürken, filmde bol bol gitanes tüketilip nikotin isteği uyandırıyor. filmde vurgulanan portre çizimi ve sonlara doğru poe dan okunan, bir anlamda dorain gray i de akla getiren şekilde sessiz sinemaya dönme, ağırlaşma görülüyor.
kelimelerin doğası, onları sahte kullanma, hata ile yalan arasındaki bağıntı irdelenirken, godard, hep yaptığı şekilde az da olsa izleyiciyi de filme dahil ediyor. cafedeki sözcükler üzerine konuşmada nana nın birkaç saniyeliğine kameraya yani seyirciye baktığı, gözlerini kaçırıp utandığı sahne ise gerçekten harika. kendi yolculuğundaki çirkinleşmesinden utanan nana, adeta onu röntgenleyen izleyiciden utanarak kaçmak istiyor. ki filmde nana nın dönüşümü ve harekete geçişi de bu tablodan sonra oluyor. buradaki filolojik saptama ve sözcüklerin semantik açılımları hakkındaki düşünceler ise godard ın sinematik anlatımını belirtmesi açısından iyi bir okuma örneği.
sonlara doğru edgar allen poe nun hikayesi ile nana nın yolculuğu açımlanmış oluyor. hikayedeki ressam karsının güzelliğinden çalarak ve dahi ölümüne sebep olarak mükemmel tabloyu yaratırken; nana ise kendi gerçeğini bulma yolunda güzelliğini ve hayatını harcıyor. istediğini tam olarak elde edemese de kelimelerin yalancılığının olmadığı ve aşkı bulduğu noktaya varıyor. maalesef cafede yaşlı ile söyleşisinde konuştukları gibi bunun için başka bir boyut olması gerekmekte ve bu saflığı toplumun pisliği ile keskin bir kontrast oluşturacağı için nana öldürülüyor. tıpkı izlerken ağladığı sessiz filmde jean darc ın başına gelen gibi: la mort.
---olası spoiler ibaresi bitti---
ağır ve okuması zor bir film olsa da, godard ın fırçasının dokunduğu harika bir sesli-sessiz film tablosu