devami...
Nietzsche bir sonraki yüzyılda anlaşılacağına inanıyordu ve bir bağlamda gerçekten de böyle oldu. Birileri onu anladıklarını söylediler ve kendi seslerinde onu anlattılar. Sade ise anlayış ve anlaşılmayı hiç beklemiyor gibiydi. O lanetlenmiş olduğu bilinciyle yaşıyordu ve bu yazgıyı değiştirmek gibi bir hedefi yoktu. Ümitsizdi ve cezaevlerinde, tutsak olarak geçen günlerinde gelecekten bir beklentisi yoktu. Üstelik Fransız Devriminin çalkantıları sırasında çok değer verdiği Sodomun 120 Gününün elyazmalarını da kaybetmişti. Sağlığında onları bir daha hiç göremeyecek, bunlar ancak rastlantılar sonucu bulunacak ve ölümünden sonra yayınlanacaktı. Yaşadığı bu trajedi tıpkı Gestapodan kaçarken alıntı yaptığı defterleri kaybeden ve bir anlamda entelektüel açıdan, asıl intiharından önce ölen Walter Benjaminin yaşadıkları gibidir. Durumu kabullenmişti ve vasiyetinin de ifade ettiği gibi tam anlamıyla yok olmayı arzuluyordu. Kendisine ait toprakların ücra bir köşesine gömülmek istiyordu. Çaresizlik içinde şunları yazmıştı:Kapatıldıktan sonra çukurun tam üstüne meşe palamutları dikilsin; söz konusu çukurun bulunduğu toprak parçasına ağaç dikilmesini ve koruluğun, önceden olduğu gibi ağaçlarla kaplanmasını istiyorum; ne toprakta mezarımdan en küçük bir iz kalmalı ne de insanların hafızasında bana dair bir anı
Her ne kadar o adının dahi insanlığın hafızasından silinmesini arzulasa da, adı bir dizi psiko-patolojinin genel adı olarak psikiyatri literatürüne geçti. Romanları birçok dile çevrildi ve best sellerlar arasında yer aldı. Yazgının bir diğer oyunu! Sade eğer bugün yazsa, kitaplarını kamuya açık mekânlarda imzalayan popüler bir yazar olurdu ve anlattığı “aşırı deneyimler post-sadist dünyanın modern aşırılıkları yanında belki de biraz nahif kalırdı.
Adını silmek isteyen yazar belki bunu bir yönüyle başaramadı ama başka bir açıdan bu süreç fazlasıyla gerçekleşti. Sade esasında bir felsefeciydi, ama bu yönüyle düşünce tarihi yazarlarının dikkatini çekemedi. Batailleın da ifade ettiği gibi o Kötülüğü seviyordu ve bütün eserlerinde Kötülüğü, arzu edilebilir bir şey haline getirmek istiyordu; sevdiği için onu ne kınayabiliyor, ne de olumlayabiliyordu: Sade ın anlattığı sefih filozoflar da kendilerince aynısını yapıyorlardı; ama yararlarını övdükleri eylemlerden, onların lanetli yanlarını çekip çıkaracak bir ilke bulamadılar, bulamazlardı da Fakat Sade bunu yaptı ve Sadik eylemlerin lanetli yanlarını ortaya çıkaracak ilkeyi felsefi olarak ortaya koydu. Platon bir filozoftu ve Sade gibi diyaloglar yazıyordu; Marx felsefesini felsefeden uzak gibi görünen bir dilin (ekonomi) grameri içinde kurdu ve anlattı; Nietzschenin de diyalogları ve imgeleri vardı. Bir filozof daima oldukça soyut olan fikirleriyle hayat arasında bir bağ kurmayı arzular (praksis). Sadeda felsefenin hayatla temas kurduğu bağlar ve dolayımlar edebi praksis içinde tezahür ederler. Fakat bu onu, bir edebiyatçı olmaktan daha az felsefeci yapmaz.
Burada amacımız ahlâk felsefesi adına bir öneride bulunmak değil, Marquis De Sade nın yapıtının (bir tür karşı-ahlâk felsefesi formunda) Ahlâk Felsefesi denen alan içinde olduğunu tanıtlamaktı. Felsefi araştırmalarda Nietzscheye ve ardıllarına uzanan çizginin Sade dn başladığını görmek ve göstermek önemli bir tarihsel ve kuramsal boşluğu dolduracaktır.
Kubilay Akman
Araştırma Görevlisi, Anadolu Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü