anlatacak bir hikayem var

entry5 galeri video5
    5.
  1. hala “yüzünü yıka, kahvaltı hazır” sesini duymamıştı, oysa her sabah bu sesle uyanıyordu. dün sabahın o sesi son duyuşu olacağını bilmeden kalkmıştı...

    yatakanenin hemen arkasında bulunan fındık ağaçlarına bakıyor, ufacık elleriyle gözünü ovuşturuyordu. birden ağaçların arasında irice olmasına rağmen çok sevimli bir köpek görmüştü. babası avcıydı, bir sürü köpekleri vardı evlerinin bahçesinde, sırtlarına binip dolaştığı çok olmuştu. her seferinde dededen azar işitmesi ayrı tabi, “bre velet, eziyet etme köpeklere” ama dedesi burda değildi. kanı kaynamıştı, ok gibi fırladı terliklerle yatakanenin arkasındaki arka bahçeye, ağız alışkanlığı birden “cudi” dedi köpeğe, “gel” dedi. köpek dik dik bakınca yutkundu hatta biraz da korktu. arkadan huzur veren bir ses “korkma” dedi. adı “fındık” dedi ve yanına geldi kaan’ın. “ben özgür” dedi. “birinci sınıfım, sen hazırlıktasın galiba daha önce görmedim okulda seni” dedi. annem “yabancılarla konuşma” derdi ama burda herkes yabancı tıpkı ben gibi. derin bir nefes aldım ve tüm cesaretimle “ben kaan, hazırlıktayım ve yatılı okuyacağım burda” dedim. özgür elini ağzına getirerek güldü, “belli oluyor terliklerle inmişsin aşağıya, aman dikkat et coğrafya öğretmeni görmesin döver yoksa seni” dedi. gayri ihtiyari “neden?” dedim. “sırf bu yüzden” diyerek terliklerimi gösterdi ve konu dağılsın diye “sevsene fındığı” dedi. “korkma” dedi.

    gözümü açtığımda hastanedeydim sol kolum sargılıydı ve canım çok acıyordu... halbu ki ben sadece sevmek istemiştim fındığı ve özgüre güvenmiştim. terliğimin teki yoktu, sekerek koridora çıkayım dedim ki özgür ağlamaklı bakışlarla koridordan bana bakıyordu. ona güvendiğim için canımın son yanışıydı...

    akşamları okulda kalan coğrafya öğretmeni mescitten çıktıktan sonra özgürle beni okulun en alt katındaki kalorifer dairesine götürdü. gördüğüm en karanlık ve korkutucu yer burasıydı. sanki içerden canavarlar çıkacak gibiydi. öğretmen dün sabahki olay yüzünden çok kızmıştı. disiplin takıntısı vardı. öğretmenler içinde en cüsselisi oydu. korkudan bacaklarım titriyordu, gözlerim dolmuştu, yutkunamıyordum bile, özgür usulca elimi tuttu ve dünyanın en şefkat dolu sesiyle “korkma” dedi. daha on yaşındaydım ve hayatımda hiç öyle dayak yememiştim. öğretmenin vurmasıyla yere düşmem bir oldu ama öğretmen durmak bilmiyordu. özgür kömürlerin üstünde duran küreğin sabını yarım yamalak kaldırarak “gücün bu çocuğa mı yetiyor” diyerek öğretmenin sırtına küreği yapıştırdı.

    özgürün bu haraketiyle irkilen öğretmen özgüre vurmaya başladı. yıllar sonra aynı duyguyu yaşayacağım o büyük çelişkiye düştüm, bir yandan “oh artık bana vurmuyor” derken diğer yandan “ama yeter özgürün suçu yok vurma ona” diyordum ve biliyordum ona vurmasa bana vuracaktı ve özgürle bayılmadan önce göz göze geldik...

    sabaha kadar başındaydım ve öğretmen onun merdivenin korkuluklarından kayarken düştüğüne inandırmaya çalışıyordu. her hangi bir okulda yatılıysanız ki nerden bileceksiniz, küçükler büyüklerin yemi olur eğer öğretmenlerle ters düşerseniz. ve özgür merdivenlerin korkuluklarından kaydığı için disiplin cezası aldı...

    her koğuşun bir sorumlusu ve onların bağlı olduğu kat sorumluları vardı. özgür ikinci katta kalıyordu, tuvalet tarafında. bende üçüncü katın tam ters taraftaydım, merdiven koridoru ikiye bölüyordu. herkes uyuduğunda bazen ben bazen de o benim yanıma geliyordu... bir birimize onlarca hayallerimizi anlatıyor, yıldızlara bakıyor ve bir sonraki gün kimin yaptığı kağıttan kayık denize ulaşacak diye iddalaşıyorduk. hiç bir zaman onun kadar başarılı olamadım...

    bahar gelmişti, dışarda böcekler ötüyordu. uzunca bir süre her kesin uyumasını bekledim. özgür’e yeni gemi tasarımımı anlatacaktım. sabırsızlaıyordum. yatakhaneden çıt çıkmıyordu. ok gibi fırladım yataktan, doğru alt kata tam merdevenlerden inmiş ve koridora dönmüştün ki özgürün koğuş sorumlusu özgürü çekiştirerek tuvalete götürüyordu. kendimi tutamadım ve güldüm “yine altını mı ıslattı” dedim içimden. on dakikadan uzunca bir süre bekledim merdiven başında, yakalanırsam öğretmen döver diye de korkuyordum. dayanamadım tuvalete bende girdim, ortalarda değillerdi ama sanki özgür dayak yiyordu... işığı açarak tuvaletlerden birine girdiğimde, ses kesilmişti. tek duyduğum özgürün hıçkırmasıydı. özgür on iki yaşındaydı. köydeki ailesi imkansızlıklardan dolayı onu yatılı bırakmışlardı... hiç bir zaman onun kadar başarılı olamadım...

    özgürün yanına gittiğimde ilk defa bana kızdı, “sen neden yatakta değilsin? ne işin var burda” dedi. bende “harika bir gemi tasarladım, yarın seni geçeceğim” dedim. özgürün ağlamasına anlam veremedim ve “tamam” dedim, “yapmıcam o gemiyi, sen kazanacaksın yarında” desemde özgürün ağlamasını durduramadım. özgür benden çok büyüktü. ben hiç bir zaman onun kadar büyük olamadım...

    okulun bitmesine iki hafta kalmıştı. mümin diye sınıf arkadaşım okuldaki dini bütün abilerinden duyduğu hikayeleri bize anlatıyordu. anlattıkları bizi büyülüyordu, istersek bizimde abilerinin yanına ders çalışmaya hatta oyunlar oynamaya gidebileceğimizi söylüyordu. abiler çok sevecendi, sohbetleri hep iyilik üstüneydi.

    özgür’ün yanına gittim koşarak. abilerden bahsettim, “birlikte gidelim” dedim. “sen istiyorsan gideriz” dedi her zamanki barış ve huzur dolu sesiyle. kitaplarını bırakmak üzere koğuşa girmişken, koğuş sorumlusu önümüzü kesti. özgür yavaşca sırtıma dokundu ve “korkma” dedi... “işimiz yarım kalmıştı minik kuş” dedi özgüre ve bana dönerek “taze bıldırcınlarda varmış” dedi. babam hep bıldırcın getirirdi avdan, çok severim bıldırcını. özgür “işin benle” dedi. “yoksa rezil ederim seni” dedi. tuvalete doğru giderken göz göze geldik özgürle, sanki bin yıllık hasretle baktı bana, kömürlükte yediğim tokatın acısı anlamsızca geldi oturdu boğazıma, tuvaletten sesler gelince doğru öğretmenin yanına koştum, odasında değildi, palas pandıras mescide girdim, namaz kılıyordu öğretmen duramadım “özgürü dövüyorlar” dedim. elinin tersiyle itti ve “namaz kılıyorum” dedi. “ama özgürü son sınıf öğrencisi dövüyor” dedim. “yaramazlık yapmasaydı” dedi ve namazına devam etti. mümine koştum bahçedeydi “abileri çağır mümin” dedim, “özgürü son sınıf öğrencisi dövüyor” dedim. “özgür mü” dedi “ evet” dedim. arkasını döndü ve gitti.

    tiz bir ses geldi ikinci kattan, irkilerek baktım tuvaletin olduğu tarafa, bembeyaz bir güvercin kanat çırpıyordu ırmak tarafına doğru, ırmağın üstünden denize doğru uçtu. artık özgürdü...

    beş kardeşin en ufağıydı... o şimdi bin yıl kadar uzakta... ben sol kolumun bileğindeki yara izinde taşıyorum onu... bu hikayeyle birlikte sizde artık anılarınızda taşıyacaksınız binlerce özgürü...
    0 ...