cehalet ogrenilemez

entry1 galeri
    ?.
  1. Ankara ile istanbul'u, 300'ü aşkın Arap zenginini, yani Arap işadamını taşıyan 17 özel uçak ile ziyarete gelecek, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'a; protokol gereği nasıl hitap edileceğini bendeniz bilemiyorum; Abdullah Hazretleri diye mi, Majesteleri Abdullah diye mi, yoksa sadece Sayın Bay Abdullah diye mi; hiçbir bilgim yok.
    Nasıl ki, Kral için otellerde ayrılan 150 oda ile; Kralın isteklerine -Kıble'ye bakan tuvaletlerin yönlerinin değiştirilmesi benzeri- otellerde yapılan köklü değişikliklerin ve kiralanan son model 170 lüks arabanın masraflarını, Ankara'nın mı, yoksa bizzat Kralın mı ödeyeceğini de bilmiyorum.
    ***
    Bazen, yahut da sık sık, uzaktan bakılınca zırva gibi görünen sorular takılır aklıma nedense.
    Bizim Kızılay'ın gerek Pakistan depremzedelerine, gerek Irak'la, Lübnan'daki garibana yaptığı yardımların toplam dolar değeri ile; Abdullah Hazretleri'nin, yahut Majesteleri Abdullah'ın, yahut Sayın Bay Abdullah'ın Türkiye ziyaretinde; günlerini saltanatına uygun bir debdebe içinde geçirmesi için yapılan harcamaların, toplam dolar değeri karşılaştırılsa...
    Kimse böyle bir kıyaslama yapmayacak tabii; "Şark pazarı" ile "Deli pazarı"nda kıyaslamalardan nefret edilir; örneğin isveç, yahut Norveç krallarının yaşamlarıyla, Suudi Arabistan krallarının yaşamlarını karşılaştırmak gibi...
    ***
    Kaybolup gitmiş olan eski istanbul Türkçesindeki bazı deyimleri hatırlıyorum.
    Yazları sofadaki sedirin üstünde şöyle rahatça yatıp, uyuklayan kedi için:
    - Şuna bak, Şark Sultanları gibi nasıl yatıyor öyle, derlerdi.
    Bahçede üstünü başını kirletmiş çocukları paylarken de:
    - Haline bak, derlerdi; Medine dilencisine dönmüşsün.
    ***
    Medine de, Suudi Arabistan'ın ünlü bir kenti. Suudi sultanlarının saltanatı kadar, neden Medine'nin dilencileri de o kadar ünlü; yine bilemiyorum.
    ***
    Yahut biliyorum da; okuma-yazma özürlü, ekonomi bilincinden ve ekonomik şeffaflıktan uzak; kadınsız kahkahasız, erkek erkeğe kahvelerinin simgelediği köylü ağırlıklı bir dünyanın sarıklı nutukçuları; etli şaraplı, kadınlı kahkahalı kentli keferelere karşı, tam posta koymayı koyulaştırdıkları ve o nutuklar doğrultusunda, ölüp ölüp gidenlerin iyice arttığı bir sırada; Ortadoğu'nun değişimini kurgulayan zembereklerin iç mekanizmasını kurcalamak istemiyorum.
    ***
    Vaktiyle Enver Paşa'nın kaputsuz, yırtık gömlekli ve altı delik postallı 73 bin neferi; ısının eksi 20 olduğu Kars'ın Sarıkamış dağlarında nasıl dondurduğu; uzun yıllar ne kadar kurcalanabildi?
    Biliyorsunuz, bu tür konuları kurcalamak, "vatana ihanet" suçlaması içine de çok girmişti.
    ***
    Suudi Arabistan Kralı Abdullah Hazretleri'nin, yahut Majesteleri Abdullah'ın, yahut Sayın Bay Abdullah'ın dillere destan serveti ile hükmettiği ülkedeki "Medine dilencileri"nin neden bu kadar ünlü olduğunu kurcalamak da, ola ki islama ihanet sayılabilir.
    Sormak gerekir Başbakan Tayyip Bey'e:
    - Sayılır mı, sayılamaz mı?
    ***
    Gerard de Nerval, "gerçek"lerden süzülen düşsellik ve "hal"den süzülen "geçmişler" arasında salıncaklanan çok değişik bir şairdi. Kendisi için şöyle demişti:
    - Şiir perisi içime tatlı dilli bir tanrıça gibi girer, ama oradan bir cadı gibi, acılar içinde inleye inleye çıkar...
    Nerval, 1843 yılında istanbul'a da gelmiş ve istanbul hakkındaki gözlemleriyle anılarını "Doğuya Yolculuk" adlı eserinde uzun uzun yazmıştı.
    Bu eser Türkçeye de çevrildi ama, kimse pek ilgilenmedi.
    ***
    Cezaevi yıllarında, "Nar Çekirdekleri" adıyla yayımlanmış olan kitabın, "100 yıl önce yabancı gözüyle Türkiye" adlı bölümünü yazarken, Nerval'in bir sözü takılmıştı aklıma:
    "Cehalet öğrenilemez"
    ***
    Sahiden de daha cahil olmayı iyice öğrenmişlik diplomasını hangi okul, hangi üniversite verebilir ki?
    Nasıl cahil olunabileceğini hiç öğrenmeden, cahil olabilmek...
    Şark, gösterişe aşırı meraklıydı; bir de hiç talim etmeden, cehaletin tüm mertebelerini kucaklayıvermeye...
    ***
    Ressam Çallı ibrahim ile dostu ressam Edip Hakkı, yılda birkaç kez Ankara'ya tablolarını iş Bankası'na satmak için gelirlerdi.
    Karpiç sofralarında öğle rakısına başlanırdı.
    ***
    Elitist görünümlü bir oligarşiye karşı, oy sandıklarında kabarıvermiş bir taşranın; kadınsız kahkahasız, erkek erkeğe kahveleri ortamından kopup Ankara'ya doluşmuş DP milletvekilleri de, Karpiç'e sızmaya başlamışlardı.
    Tabakların yanına konmuş çift çatalla, çift bıçağı merak ediyorlardı.
    Ve birbirlerine soruyorlardı:
    - Neden 2 bıçak konmuş?
    Yanıt çokçası şöyle oluyordu:
    - Şayet biri kesmezse, öteki kessin, diye.
    ***
    Ressamlar da, heykelciler de, üst düzey müzik adamları da; beyinsel lezzet sevdalılarının, parmakla sayılacak kadar azlığından yakınmalıydılar.
    Çallı, ismet Paşa'nın bile tablolarını masaya koyup tepeden baktığını ve kendisinin de Paşa'ya:
    - Paşam, askeri bir harita değil bu; duvara asıp, karşıdan baksanız, daha iyi görürsünüz, dediğini anlatırdı.
    Bir gün yine makam sahibi birilerine kızmış ve şöyle demişti:
    - Bu kadar cehalet, ancak tahsil ile mümkündür.
    Değişik bir biçimde, sanki buluşuyor gibiydi Gerard de Nerval'le.
    ***
    Televizyonlarda ölüler, tabutlar; gazetelerde tabutlar, ölüler...
    Şark...
    Sonra da akıllara takılan bir soru:
    - Değişecek mi, değişmeyecek mi?
    ***
    Medyada Suudi Arabistan Kralı'nın Türkiye ziyareti, ballı petekli tüm ayrıntılarıyla sıralanırken; dünkü Akşam'ın 1'inci sayfasında, şöyle küçük bir haber de vardı:
    "Mayın Yolunda Vurgun
    Şehit verilmesini önleyecek projede bile yolsuzluk. Şırnak'ta mayına karşı güvenli yol ihalesi 2.3 milyon YTL'ye verildi, maliyet 56.3 milyon YTL'ye çıktı. Ayrıca 1.5 milyon YTL fazladan ödeme yapıldı. 18 bürokrat suçlanıyor."
    ***
    Neyse ki vatanı çok seviyoruz.

    çetin altan
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük