ben yazdıkça rahatlarken, daha fazla dolarken yine aldım klavyemi elime açtım mouse yardımıyla not defteri'ndeki adsız dosyayı. beynim play tuşuna bastı ve adını sen koy şarkısı dramatik şekilde çalmaya başladı. bir başına kalana kadar tarifsiz yaşayanlar için isimsiz bu entry diğeri gibi.
kalbin; vitesi boşa almış yokuş aşağı giden kamyon kadar tehlikeli, frene bassan da durmayacak gibi atarken, depresyon niye? hormonlar kulaklardan sesin havadaki hızından daha süratli çıkarken sınırları çizmek niye?
niye ile biten sorular biriktikçe kendi kotasından yiyiyor ya insan, çözüm basit bir o kadar da cevapsız. herkesin şarkısı farklı. hep ufak kısımları uyuyor, sonuçte ilişkiler biribirine benziyor. çünkü aynı geliyor sev-mek fiilinin kökünden. sevilmek türünden ölümcül bağımlılıklarla boğuşmaktan, unutuyorum geride kalanları. senin geçmişini unutmak kadar zor...
ben bu yazıları yazdım sen okuma diye. başkaları okuduğunda; "vay be ne dertli", "boş ver koç unut gitsin", "keşke bir de beni böyle sevse" derler gibi fısıldırken paranoid şizofreni beynimden nefret edip küsüyorum kendime, kusuyorum miğdemin kaldırmadığı kadar içtiğimde. ben seni okumak istemiyorum, ben seni yazmak da istemiyorum, seni sevmek de istemiyorum. böyle oldukça yıkıp dökmek, parası neyse vermek istiyorum! yanlış olduğunu bildikçe kabulleniyorum ve kendimden tiksiniyorum.
scarface saz semasi başladı yine uyandığımda; ortalık karışık, ezilmiş teneke kutular yerlerde, mezelerse sindirilmiş bile. karnıma ağrılar giriyor seni ertelediğimi düşünmeyi ertelediğimde. bar filozofları bile fiyakalı laflar edemiyor evde bir başıma içtiğimde. sonu yok. unutmayı denemedim bile. ne oldu ki unutayım ha! kendim yazıp kendim oynuyorum burda. ara vermek gerek bu yaşama...cemal safi gibi "beni arıyorum senin dışında"!
hani olduğu gibi bırakıp gitmeyi eyleme dönüştürme cesareti geldiği anlarda, otobüse binip basıp gittiğinde ya da yürümekten bıkıp durup düşünmeyi seçeceğini bildiğin ve sonunu bildiğin şeyleri düşündükçe ve bunu düşünüp yorulacağıma geyik yapayım dedikçe, boş zamanlar içini dolduruyor diyorum kendime. bu yazıyı sana yazdım sanma; evet ben de beni seviyorum.
cesaret mi gerçek mi oynuyorum arada sırada kendi kendime. hayal kurmaya cesaret edemediğim gerçekler yüzünden o lanet olasıca bira şişesi hep dönüyor içip içip bitirdikçe. vasiyet falan yazıyorum o biriken depozitolu şişeleri düşündükçe. vay be mirasa bak!
şu yazıyı yazdım bitirken winampta çalan şarkıya değinmeden geçemeyeceğim: sen hep benimsin, bu yazı ise senin.
07/03/2007--bursa
diğer yazı gibi buna da şiir ekleyeyim seversin, şiirin adını duysan:
Kırdığın kadehte kalan ömrümden,
Ağlarsın içtiğin yılları bilsen.
Hicrinle sararıp solan ömrümden,
Ağlarsın biçtiğin dalları bilsen.
Sefiller gücünü bende sınadı,
Kimi kaçık dedi, kimi bunadı;
Berdûş eleştirdi, sarhoş kınadı,
Ağlarsın düştüğüm dilleri bilsen.
Ar ettim sakladım uğraşlarımı,
Haberdâr etmedim sırdaşlarımı.
Gizlemek isterken gözyaşlarımı,
Ağlarsın seçtiğim yolları bilsen.
Felsefe böyledir dîvânelerde,
Teselli aranır bahanelerde,
Bir kadeh mey için meyhânelerde,
Ağlarsın döktüğüm dilleri bilsen.
Ateşe su dedim göz göre göre,
Aklım zavallıydı duyguma göre,
Bahtına şükretti Mecnûn bin kere,
Ağlarsın düştüğüm çölleri bilsen.