Süreyya, iran'ın köylerinden birinde yaşayan 4 çocuk annesi bir kadın. iffetli, tertemiz bir kadın. Kocasıyla geçimsizlikleri olmasına rağmen, kocası tarafından dayağa -ve üstü kapalı aktarılsa da tecavüzlere- rağmen iki kızının da haklarını savunmak adına boşanmaya yanaşmıyor. Boşanmaya yanaşsa erkek çocuklarının imkanlarına kavuşmayacak kızları, bunun farkında, tek derdi kendisi gibi olmasın kızları. Kocası ise Süreyya'dan kurtulmak adına her yolu deniyor. Tahmin etmek zor olmasa gerek, bir molla-bir şahit-bir muhtar ve dedikodular bir araya getirilince usul usul galeyana getirilen köy halkı da -halası Zehra ve bir iki arkadaşı dışında- Süreyya'nın kocasını aldattığı fikrinden şüphe etmiyor. Ve çok geçmeden kendi erkek evlatları da dahil herkes tarafından istenmeyen kişi, dinsiz, fahişe ilan ediliyor. Bunun cezası ise "recm" .
Köyün ortasında taşlanmaya giden süreci izlerken bir şekilde kaçabilmesini diliyorsun Süreyya'nın . Taşlanma sahnelerini ise gözünü kaçırmadan izlemen imkansız. Atılan her taş suratına suratına çarpıyor sanki. Boğazına öyle bir düğüm çöküyor, öyle bir yumruk oturuyor ki, tarifi imkansız. Bu yazı için bir hafta bekledim, düğüm hiç olmazsa bir nebze gevşer mi diye, nafile... Biliyorum ki, babasının titreyen ellerinden çıkan taş, erkek evlatlarının ellerinden fırlayan taşlar öldürdü Süreyya' yı zaten, geri kalan taşlar boşuna. Bir anneyi, bir evladı başka türlü öldürmeye lüzum yok ki. Canından can verdiği ellerden çıkan taşlar suratınıza çarpsa bitmez misiniz?