Fena alışkanlıktır yalnızlık. Beladır başa. Geldi mi gitmek bilmez; gitse yadırgar yerini döner gelir. Sokmak istemez araya kimseyi. Hele birde alışmışsa yerine döndürebilene aşkolsun.
Kaçınılmazdır yalnızlık. Her sevdanın, her alışkanlığın, her kalp eyleminin kaçınılmaz sonudur. Yüzsüzdür. Yerleşiverir size sormadan evinize, mutfağınıza, gönlünüze ve hatta simanıza. Bir bakmışsınız iki başınıza birbirinizi övüp duruyorsunuz. Yalnızlığınız;seni kimse haketmiyor diyor. Siz ;biz senle iyiyiz böyle; diye avunuyorsunuz. Birileri sorarsa yalnızlık gibisi yok nidaları atıyorsunuz. Kandırıyorsunuz karşınızdakini en çokta siz kanmak istercesine.
Sonra biri geliyor. Alıyor eline bütün boyaları. Boyuyor baktığınız pencereden bütün evreni rengarenk. Yavaş yavaş sızıyor aklınıza. Yalnızlığınıza düşman oluyor. Malum yalnızlınızda ona düşman. Pabucu dama atılsın istemiyor. Lakin siz utana sıkıla kapı dışarı ediyorsunuz yalnızlığınızı git!. . . ve bir daha gelme . . . Lütfen diyerek. Merak etmiyorsunuz yalnızlığınızı. Malum artık aklınızda, fikrinizde hatta işinizde gücünüzde başka biri var. Yalnızlık gibide değil. Böyle kanlı canlı. Güldü mü dünya gülüveriyor. Değişiyor dünyanız. Ölüm onun gidişine denk geliyor sizin için. Yalnızlığın adını duymak istemiyor, inatla red ediyorsunuz sevdiğiniz siz geçen ve geçecek her hangi bir zaman dilimini. Geleceğinize, geçmişinize ve şimdiki zamanınıza sığdırdığınız yarinizi, sevdiğinizi di;li geçmiş bir zamana sığdırma hatta tıkma düşüncesini almıyor aklınız. Ama aklın almadığını alıyor kader kollarına. Hatırlayıveriyorsunuz kimse yalnızlık kadar sadık ve vefakar değil. O sizin uğruna yalnızlığınızı yaka paça kapı dışarı ettiğiniz, kıyamadığınız kıyıveriyor size bir gün. Hemde hiç acımadan. Dünyanın kocaman bir boşluk olduğunu o zaman anlıyorsunuz. Adına ayrılık diyorlar. Siz başka bir tabiri daha layık buluyorsunuz: Yaşarken ölmek.
Adını anmak günahmış gibi sakınıyorsunuz zikretmeye sevdiğinizin. Değerse dilinize hep onu konuşacağınızı biliyorsunuz çünkü. Elinizi kolunuzu koyacak yer bulamıyorsunuz. Tüm eylemleriniz, gülüşleriniz eksiliyor sanki. Nefes bile alışınız yarım . Kalbinizde susmayanı dilinizde zaptetmeye zorluyorlar. Hatta sizi başka bir yare, başka bir kokuya meylettiriyorlar. Siz acıyorsunuz, siz kanıyorsunuz, siz ağlıyorsunuz ve siz ölüyorsunuz ama kimse bilmiyor. Taklit ediyorsunuz yaşayan insanları. Rastgele öylesine bir yaşamı seçiyorsunuz. Maddi ve manevi herşeyin nasılda yok olduğunu hatta kıyametin koptuğunu görüyorsunuz. Anlamını yitiriyor kelamlar.
Tövbesiz bir yemin gibi tutuyorsunuz sevdiğinizi içinizde. Hiç çıkmayacak bir leke, dikiş tutmayacak bir yara gibi durduruyorsunuz. Kalp sancırmış, bunu öğreniyorsunuz. Siz o vakit anlıyorsunuz yalnızlık gelmiş, sevdiğinizi kapı dışarı etmiş . . intikamını alıyor sizden.
Siz her şeye rağmen hep tövbe edip, hep kovuyorsunuz yalnızlığınızı. . . Onu kovmanıza değmeyecek simalar yüzünden.