eskiden alternatif tedavi yöntemlerinin başını çeken, oldukça doğal ilaçlardır. bak;
daha küçüksün, uyanıp aynaya baktığında sapsarı bir bedenle karşı karşıyasın. farkındalığın 'ehehe akşam biri beni boyamış' gibi bir cümleden öte olmadığı için başına geleceklerden habersiz, seni kahvaltıya çağıran sese doğru ilerliyorsun.
onun yüzündeki bu ifadeyi en son, komşu kızlarının eteklerini kaldırıp kaçtığını öğrendiği an görmüştün, şaşkındı. yanındaki kadına 'sarılık olmuş bu!' dediğini duyuyorsun. ortalıkta kaynağı belirsiz bir telaş hali hakim. birşeylerin yolunda gitmediği belli oluyor, fakat çok ta umrunda değil. o zamana kadar doktor görmediğin gibi kelime anlamını da bilmiyorsun lakin, Hatçe abla ismi konuşmaya dahil olunca yüzün ekşiyor.
telaş kaynağının sen olduğunu, kendini Hatçe ablanın huzurunda bulduğunda anlıyorsun. daha önce arkadaşlarından, yaramazlık yapan çocukları cezalandırma biçimi hakkında oldukça detaylı bilgiler almıştın. bu kez ne yaptığını sende anlayamıyorsun, lakin bu karanlık mekanda olduğuna göre suçun büyük olmalı.
eline bir kavanoz veriliyor ve zaten bu kocakarı sana biraz daha derin baksa, oraya bırakıvereceğin çişini bu cam nesneye yapman isteniliyor. sıvı dolu şişe, Hatçe ablanın kuru bir ağaç dalına benzeyen ellerinde başka bir odaya gidiyor. çok geçmeden saydam olmayan bir bardağa dönüşerek geri geliyor. bardak elden ele dolaşıp kendini senin ellerinde buluyor. kokladığında bu keskin kokuya pek yabancı olmadığını biliyorsun fakat tam ne olduğunu anlayamıyorsun.
'iç yavrum iç' diye bardağı ağzına yaklaştıran kadına; 'bana ne yeaa' diye, 'içsene oğlum' diyen annene 'içmicem yeaa' diye direnebiliyorsun. fakat 'içmezsen çükün düşer' diye bir anda beyninde yıldırımlar çakmasına sebep olan o tiz sesten sonra, burnunu kapayarak bir dikişte bardaktaki sıvıyı midene indiriyorsun.
günün akşamında eve gelen babanla birlikte hastaneye gidiyorsun. Yüklü miktarda serum ile geri dönüyorsun. babanın annene neden bu kadar kızdığına yıllar sonra öğrendiğin gerçek ile ancak anlam verebiliyorsun.