kubrick' in william makepeace thackeray'ın romanından uyarladığı filmi. genel itibariyle tam bir rise and fall türü filmdir. zaten kubrick' te filmi hemen hemen yarısından ikiye böler açıkça. ilk kısım kanımca daha güzeldir. izleyen herkesin söyleyebileceği gibi romantik dönem bir edebiyat eseri okuyormuşsunuz hissi verir. yapay ışık yerine mum kullanma hadisesi elbette dahiyane bir fikir ve izleyeni filmin içine daha bir sokar. filmin görsel olarak mükemmel olduğunu söyleyebilirim. zaten kubrick' in en başarılı noktası da budur.(filmdeki yolda faytonların geçtiği kısa bir sahne edward dayes' in queen squere adlı 1786 tarihli tablosuyla neredeyse birebir gibidir.)
döngüsel bir kurgu izlenir barry lyndon' da. zira orta sınıf bir irlandalı olarak başlayan edmond onca debdebeden sonra yine başladığı yere döner. filmin başında tutkulu ve cesur bir gençtir fakat tüm yaşadıkları sonucu yitik ve kaybetmiş biri olarak bulur kendini.
edmond' un ilk aşkı vesilesiyle kötülük kavramıyla tanışması tüm yaşamını etkileyen olaylar zincirinin ilk halkasıdır. bundan sonra o çevresini çevresi de onu etkiler ve bu ihtiras tüm yaşamını aslında boşa harcadığını görmesini engeller. bu tabi biraz renklerin kirlenme yarışında birinciliğin beyazın olması klişesi gibi bişey...
sevdiği kadın için yüzbaşıyla düello yapan saf genç ile savaştaki kocasını aldatan kadınla birlikte olurken üzerindeki üniforma karşıtlığı karakterin dönüşümünü haber verirken; kötürüm lordun eşini elinden alan barry' nin filmin sonunda bacağının kesilmesi analojisi ise yine döngüsel kurguya işaret eder. bu biraz lumpen bir bakışla yuva yıkanın yuvası olmaz diye nitelenebilir(abkz: swh)
yine babasız büyüyen edmond' un oğluna düşkünlüğü çöküşünü katmerler iken, üvey oğlunun annesiyle ilişkisi sinemacıların klasik oedipus kompleksi göndermelerindendir.
ikinci kısımda filmin heyecanının biraz gittiğini itiraf etmek gerekir. onun haricinde müzik kullanımı, orijinal iç mekan çekimleri, dönemin aristokrat yapısını yansıtışı, savaş sahneleri ile kart oyunları sahneleri analojisi ve iyi oyunculuklar filmin güzelliğini katlar. unutmadan barry karakteri nedense bana hep dorian gray' i hatırlattı. aynı çöküş falan. be biliim...
tüm bunların haricinde elbette başyapıt payesini hakeden bir filmdir barry lyndon. fakat filmin konu ve alt metinlerinin kitabın yazarının mahareti olduğunu düşünürsek kubrick' in dehası yine sadece görselliktedir. ve sinefillerin alevli oklarına maruz kalsam da kubrick' in anlatacak bir hikayesi olmayan, dolayısıyla auteur olmayan bir yönetmen olduğu, bunun yanında görsel açıdan tartışılamayacak olduğu konusunda ayak diremekteyim.(ne var olum dürüstüm en azından)