Yeni bir sanat galerisinin açılışındaydım. Libido seviyemden habersiz sağa sola bakınırken uyarıcılığına hasta olduğum renge takıldı önce gözüm, kırmızıydı elbise, sahibi kendisinden sıkı. Yaklaştım, varlığımı sezdirmeden. Zaten onun çevresindeyken benim varlığımın dikkat çekmesi gibi bir ihtimal yoktu, rahattım. Yaklaşınca kokusu geldi burnuma, chanel no.5 değil daha da ötede bir şey, hormon kokusu, elma kokusu, yasak kokusu. Bir tabloya doğru hareket etti. Kokuyu takip etmeye başladım, hansel ve gretel gibi kırıntı peşindeydim, evin yolunu bulmaya çalışıyordum ve birden ''open your heart, i'm coming home'' diye mırıldandım.
O’nun önündeki tabloyla arasında hiçbir şey yoktu fakat hemen arkasında mevzilenmiş olan benim tabloyla aramda her şey vardı. Yüzümle gözümün aynı doğrultuya bakamamasının cezasını ödemeye hiç hazır değilken bir erkek yanıma gelerek kibarca selam verdi. içeriği -her şeyin farkındayım ve özgüvenim o kadar yüksek ki seni selamlıyorum olan bu kısa selama yine aynı incelikle, küçük bir boyun hareketi vasıtası ile karşılık vermeye çalışırken ensemin kalınlığı bana aslında ince bir insan olmadığımı, rol yapmayı kesmem gerektiğini hatırlatırcasına pürüz çıkardı. Lanet olsun deşifre oldum.
Adam bana -güzel parça değil mi? diye sorarken gözlerinin kadının üzerinde olduğunu fark ettim. Ama cevaplar konusunda başarılıydım ve tabloya bakarak, -takip ettiğim bir sanatçı dedim. Adam -tabloyu kastetmediğimi biliyorsun! Dedi. Gözlerim kadının kalçalarındayken - ben zaten tanrıdan bahsediyordum! Dedim.
Son olarak çıkışta üçümüz birer duble viski içmeye karar verdik.