çok daha eğlenceli ve çok daha çocukçaydı. ve çok daha gerçek.
bizim kumsaz'da yazlığımızda yaşadığımız süper dönemdi mesela. yazlık dediğime bakmayın, marangoz olan babamın, lamba zıvanalı döşeme tahtalarından, kendi elleri ile yaptığı, ebeveyn ve çocuk yatakları (oda bile değil) paravanla bölünmüş, mutfağı dışarıda, tuvaleti ayrı, 15-16 m2 bir kulübe. ama hayatımın en güzel 5-6 yazını yaşadığım yerdi orası. nasıl mı? dur, anlatayım;
ilk zamanlarda ne elektrik ne de su şebekesi vardı evimizde. gemici fenerleri ile oturulur, kullanma suyu tulumbadan çekilir, içme suyu, bisikletlerimizin arkasına bağladığımız bidonlarla 5 km ilerideki köy çeşmesinden getirilerek sağlanırdı. "bisikletle suya gitmek" bile başlı başına bir macera idi. bazen çeşme etrafında köpekler olurdu. bidonu sağlam bağlamazsan düşer, patlar, çatlar, emeğin boşa giderdi. bir ton azar da cabası...
sabah kahvaltıdan sonra, saat 9 gibi 1 posta denize girilirdi. nefes tutma yarışları, en fazla dipten gitme, boğulmadan açılma ve geri dönme en sevdiğimiz aktivitelerdi. saat 12'ye doğru eve dönülür. harcanan enerji, menemen, midye ızgara, balık, domates, peynir, ekmek, karpuz gibi gayet hafif yiyeceklerle geri kazanılır, bazen öğlen uykusuna yatılır, bazen de 2. posta olan 2-3 gibi denize gitme aktivitesine hazırlık yapılırdı. 5-6'ya kadar daha denizde kalınır, deve güreşi, plaj voleybolu ya da futbolu oynanırdı.
bir de herkesin bisikleti vardı, tuvalete bile onunla giderdik. bisiklet tepesinden neredeyse 24 saat inmediğim olmuştu bir keresinde.
yakındaki derenin kaynağına ulaşmak ve gizli hazineleri bulmak gibi indiana jones'vari bir istekle maceraya atılışımız vardı mesela. tarlalarına daldığımız köylüler tarafından atla kovalanıp jandarmaya verilmekten son anda kurtulmuştuk.
günlük hayat akışında, akşam yemeğinden önce genellikle gençler ve babalar voleybol oynar, biz çocuklar da ya hakemlik yapar ya da yancı/yedek olarak oyunlara katılırdık.
eğlencenin büyüğü ise akşam yemeğinden sonra yaşanırdı. elektrik ve tv olmadığı için herkes yakılan büyük ateşin etrafında toplanır, önce darbuka ve tef eşliğinde söylenen şarkılara katılırdı. ateş ve oyun faslı bittikten sonra çocuklar gece saklambacı oynardı. o ne güzel bir oyundu öyle yarabbim * düşün, elektrik yok, sokak lambası yok, sadece evlerin, barakaların verendalarından süzülen zayıf fener ya da gaz lambası ışığı var. ebe yumuyor ve sen 10 metre ötesine yere yatsan bile seni göremiyor. çocukluk döneminde delice bir zevkti bu, "hehe göremedi ki salak" diyerek sobelemek...
haftada 1-2 sefer de 500 metre ilerideki açık hava gazinosuna gidilir, piyanist şantör abimizin müziği eşliğinde, çerez yenir, gazoz içilir, şarkılara eşlik edilirdi. çoook süperdi çoook...
sonra ne mi oldu? önce elektrik geldi, sonra herkes evdeki küçük televizyonunu getirdi. bazısına bu yetmedi, büyük olanı ya da ikinci televizyonu da getirdi. ve bunların ardından, ne gece saklambacına ne de "ateş ve oyun" organizasyonuna adam bulabildik. herkes, film, çizgi film ya da maç seyrediyordu aptal kutusunun karşısında.
o zaman anladım ki, teknoloji o kadar da matah bir şey değil. verdiğinin 10 katını sizden alan bir aldatmaca sadece :'(