sadece anti-emperyalist birisiyim ve bugün bu yazıyı sadece gerçekten niyeti olanlar okusun ondan sonra da yorum isterlerse yapsınlar.
cahile laf anlatmak verimsiz toprağa ekin ekmeye benzer.
şimdi asıl konuya geçip türkiye'nin nasıl sömürü düzeninde yerini aldığını kısa notlarla anlatarak sizi sıkmamaya çalışacağım.
yazıma nelson a. rockefeller'ın 1956 yılında abd başkanı eisenhower'a yazdığı bir mektupla başlıyorum.
"Sevgili Başkanım,(...) Birinci gruba; bizimle dost olan ve bize uzun süreli, sağlam askeri paktlarla bağlanmış olan antikomünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkeler girer. Bu ülkelere yapılacak yardımlar ve açılacak krediler öncelikle askeri nitelikte olmalıdır. Oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur. Bu noktada Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirdeyim, genişletilmiş iktisadi yardım, örneğin Türkiye'ye, bazı hallerde düşünülenin tersi sonuçlar verebilir. Yani bağımsızlık eğilimini arttırıp, mevcut askeri paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkelere -Türkiye gibi-doğrudan doğruya iktisadi yardım da yapılabilir, ama bu ancak bize uygun ve bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize düşman muhalifleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda olmalıdır.
"Bunlarla ilişkili olarak özel sermaye yatırımlarını da ayarlamak gereklidir. Hükümet, özel sermaye yatırımlarını cesaretlendirmeli ve onlardan akıllıca yararlanmasını bilmelidir. Bu yatırımlar yardımıyla bir çok politik amaca ulaşılabilir. Bu tip özel sermaye yatırımları, zamanla bütün gayrimeşru muhalefeti ve politikamıza karşı mukavemeti ortadan kaldırabilmeli veya nötralize edebilmelidir. Ayrıca bizi desteklemekte kararsız ve sallantılı olan bütün şahsi teşebbüs ve menfaat çevrelerini etkilemelidir. Aynı zamanda ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım arttırılmalı ve böylece bu işadamlarının, ilgili ülkenin ekonomisindekilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak politik etkilerinin artması sağlanmalıdır."
bu mektup 1956 yılında dünyanın en zengin yahudi ailesi ve o dönemin en zengin adamı tarafından yazılmıştır.
peki türkiye bu mektupla mı emperyalizme maruz kalmıştır?
tabii ki hayır.
1- 12 temmuz 1947 antlaşması
bu antlaşma bizi abd'ye bağlayan ilk antlaşmadır. Türkiye açıkca abd'nin kanatları altına girmeyi kabul etmiştir.
imzayı atan ismet inönü gelişmekte olan ülkeleri sömürmek için kurulan ımf'yi türkiyeye çağırmıştır.
ayrıca kendisi atatürk'ün hazırlattığı tarih kitaplarını 2 si amerikalı 2 si türk olan bir komisyon kararıyla sadeleştirmiş diğer bir değişle sansürlemiştir.
buradaki amaç insanların tarih bilgisi ve haliyle de geçmişin milli bilincinden uzak kalmasıdır.
adnan menderes döneminde türkiye bu doktrine uyum sağlamıştır.kısacası artık resmen abd kontrolündedir. ve ismet inönü'nün çağırdığı imf'den yüklü miktarda borç alınmış artık ekonomik bağımsızlığımız da kalmamıştır.
abd'li yöneticiler bu yardımları şu sözlerle "forrestal diaries" de şöyle açıklanmıştır.
"yunanistan ve türkiye'ye yapılan yardımlar orta doğu ve kafkaslardaki çıkarlarımızı korumak için atılan adımların ilkidir."
evet kendileri bunu apaçık bir şekilde dile getirmişlerdir.
bu dönemde türkiye'nin abd'ye bağımlılığı hiç bir türk yönetici tarafından ittiraf edilmemiştir taa ki 1964 kıbrıs buhranına kadar.
türkiye 1964'e kadar borç batağına batmıştır. ve ülkenin her yerinde amerikan üsleri ve füzeleri vardır. imf türkiye'ye borç verirken amerikan filmlerini ülkenizde yayımlayacaksınız diye şart dahi sunmuştur. bu da emperyalizmin yani amerikan kültürünün ülkemize ne denli sinsice yaydırılmak istendiğinin kanıtıdır.
1964 yılında kıbrıs çıkartması teşebbüsünde bulunucakken abd başkanı johnson bir mektup yazar. ve yazılan mektup ve ismet inönü'nün ona verdiği cevap tam 2 yıl sonra kamuoyuna açıklanır. mektupda açıkca johnson türkiye yönetimini sert bir uslüpla uyarmıştır. ismet inönü ise mektupda olmasa da times dergisinin verdiği demeçte şu sözleri söylemiştir.
"yeni bir dünya düzeni kurulur türkiye'de bu düzende yerini alır."
bu sözler ismet inönü'nün dahi ülkeyi ne denli büyük bir çukurun içine ittiklerinin farkında olmadıklarını gösterir.
aradan haftalar geçer ve ismet inönü'nün ağzından şu cümleler dökülür.
"bağımsız iç politika gütmek havanda su dövmektir. buna teşebbüs ederseniz başınıza neler geleceğini dahi bilemezsiniz."
evet artık ülkenin başbakanı açık açık ülkenin bağımsızlığını kaybettiğini itiraf etmiştir.
peki bitti mi? hayır!
türkiye hızla borç batağına batmakta, kurum ve kuruluşları pazarları yabancıların eline geçmekte halk giderek daha da cahil bir duruma düşmektedir.
bakın amerikan ünlü stretejisti rostow ortak komitede ne diyor.
" bütün ulusal bilinçlenme ve bağımsızlık hareketleri komünist olmaya mahkumdur ve yok olmalıdır"
görüyorsunuz değil bağımsızlık bilinçlenmeye bile karşılar.
peki 1965 yılında başkan yardımcısı hamprey'in harp okulunda yaptığı konuşmada kurduğu cümlelere ne demeli?
"barutun icadından sonraki en tehlikeli şey ulusal bilinçlenme hareketidir. amerika'nın çıkarlarını korumak için öncelikle bu hareketler yok edilmelidir."
bu esnadaysa karşısındaki yüzlerce subay ve general onu alkışlamaktadır...
bu noktada ilginç bir şey daha vardır.
27 mayıs darbesinden sonra tamamıyle ulusal olan ve özgürlükleri öne çıkaran bir anayasa getirilmiştir.
"devlet birey içindir" ilkesine dayalı bu anayasa tarihin en demokratik anayasalarından birisi olmasına rağmen amerika ve ab tarafından eleştirilmiştir.
ve 12 eylül 1980'de darbe olduğunda abd başkanı carter'ın kurduğu cümle şu olmuştur.
"müdahale etmesi gerekenler müdahale etti sorun yok herşey yolunda türkiye gerekeni yaptı."
ve bu darbe sonucu da vatandaş üzerinde baskı kuran bir anayasa getirilmiş ancak ab de abd'de bu anayasayı desteklemiştir.
çünkü bugün içinde bulunulan durumun çoğu 12 eylül döneminin eseridir.
12 eylül darbesinden sonra suya sabuna karışmayan itaatkar bir toplum oluşturulmaya çalışılmıştır.
bunları nereden mi öğreniyoruz?
noam chomsky,samir amin ve bir çok soğuk savaş sosyoloğunun kitaplarından.
bu kişiler bilimadamı olup "soğuk savaş ve üniversite" "batının entellektüel tarihi" "düşük yoğunluklu demokrasi" gibi kitaplarda soğuk savaş bittikten sonra abd'nin sosyal bilimleri halkı şekillendirmek için kullandığı itiraf edilmiştir.
ve en ilginciyse bu bilimadamlarının bütün soğuk savaş boyunca bu görevi üstlenmiş olmasıdır.
noam chomsky ve diğer bilimadamlarının tezlerini sizlerle bir başka kısımda paylaşacağım ancak filmin devamına bakalım.
yıl 1980 ve turgut özal da diğer siyasetçilerin yaptığı gibi türkiye'yi dışarıya bağlamaya devam etmiştir.
24 ocak ekonomik kararları veya seia antlaşmasıyla bu süreç daha da hızlanmıştır.
24 ocak ekonomik kararları nedir?
bu kararlar ar zor lozanda kaldırttığımız kapitülasyonların geri getirilmesidir.
ekonomik tetikçi itiraflarında da yer aldığı gibi türkiye hızla büyümektedir. ancak büyüyen türkiye değil türkiye'deki yabancı şirketler ve fonlardır. ülkenin limanları yolları satılır ve buna rağmen ülke hala hızla borç almaya devam eder.
lozan antlaşmasınan bir hatırayı bu noktada hatırlatmak gerekir.
Lord Curzon adındaki bir politikacı lozan'a imza atıldıktan sonra ismet inönü'nün yanına gelir ve şu cümleleri söyler.
"bizi yendiniz, bizden istediklerinizi aldınız ancak çok fakirsiniz. gelişmek için paraya ihtiyacınız olacak ve bize başvurduğunuzda burda bizden aldıklarınızı biz de sizden fazlasıyla geri alacağız."
peki seia antlaşması nedir?
savunma ve ekonomik işbirliği antlaşması (seia) nedir?
bu antlaşma türkiye'yi göbekten amerika'ya bağlayan ve 12 temmuz 1947 antlaşması truman doktrini gibi 3. bir sözleşmedir. antlaşmaya göre türkiye batının bekçiliğini yapacaktır.
ekonomik işbirliğine gelince ülkede serbest bölgeler kurulacaktır.
peki serbest bölge ne midir? serbest bölgelere yabancılar istedikleri gibi yatırım yapabilirler gümrük vergisi ödemezler ve istedikleri kadar mal sokabilirler. bugün türkiye'de 21 tane serbset bölge vardır. ve serbest bölgelere türk işadamları yatırım yapamaz tamamıyle yabancılara yöneliktir.
peki bitti mi?
aynı turgut özal şu sözleri de söylemiştir.
"şu ermeni soykırımını kabul etsek de bu iş bitse ya."
evet sözde ermeni soykırımının kabul edilmesi noktasında herhalde yüklü miktarda tazminatın yanında başta ağrı olmak üzere doğu anadolu'nun ermenilere verileceğini sanırım kendileri bilmemektedir.
ermeni tasarısı 4 t den oluşur.
tanınma
tanıtma
tazminat
ve toprak...
bitti mi? hayır özal ölmüş ve abd dış işleri bakanı şu sözleri söylemiştir.
"türkiye'deki en önemli müttefikimizi kaybettik."
olaylar devam ediyor ve artık son düzlüğe doğru giriliyor.
yıl 1990 cıa istihbarat başkan yardımcısı ve aynı zamanda cıa türkiye şefi graham fuller bir açıklama yapıyor.
"türkiye laikliği bırakmalı ılımlı islama geçmeli. ılımlı islamla ancak o zaman kendine gelebilir."
ve 95 yılında türkiye'ye gelip süleyman demirel'le bazı görüşmeler yapıyor.
aynı isteği tekrar yineliyor ve ülkesine döndüğünde times dergisine şu açıklamayı yapıyor.
"ılımlı islam politikasının lideri olarak fetullah gülen'i seçtik."
aynı yıl fetullah gülen nevval sevindi'ye verdiği röportajında şu sözleri söylüyor.
"amerika dünyanın dümenindedir... onsuz hiç birşey yapılamaz." ve bu yıla kadar abd karşıtı konuşmalar yapan fetullah gülen ne olduysa bu tarihten sonra abd destekli konuşuyor.
ve 90 ların başlarında sadece emekli aylığı olan birisiyken orta asya'da 300 den fazla okul açabiliyor.
graham fuller açıklamalarını kesmiyor ve "kuşatmalar:islam ve batının jeopolitiği" kitabında şu sözleri farklı farklı yerlerde söylemektedir.
"mustafa kemal bir maceracıdır."
"bugün samuel hannington'un dediği gibi islam ve hristiyan dünyası çatışma içindedir."
görüyorsunuz ki kendisi islamla hristiyanlığın çatışma içinde olduğunu söylüyor ve aynı zamanda da
"ılımlı islam politikalarıyla türkiye gelişebilir islam dünyası dirilir."
diyor. yani cıa istihbarat odası başkan yardımcısı ve türkiye şefi islam dünyasını düşünüyor.
ve 95 yılında süleyman demirel graham fuller'in resmi ziyaretinden sonra bütün basın kuruluşlarını toplayıp bir açıklama yapıyor.
"batı servi istiyor."
açıklamasına damga vuran cümle bu oluyor.
ve aradan biraz zaman geçince çekiç güç ile alakalı yaptığı açıklama'da şu oluyor.
"çıbanın başını kesebilirsiniz ama çıbanı çıkaramazsınız. çekiç güç de türkiye'de böyledir. çıbanı çıkarmaya çalışırsanız başınıza çok kötü şeyler gelir."
bu sözler ülkenin bağımsızlığını kaybettiğinin açık göstergesidir.
ve bu esnada heybeli ada'da ruhban okulu açılıyor.
ruhban okulunun başına fener rum patrikhanesi başkanı bartelemous geçiyor.
bu esnada papa da fetullah gülen'e bu okulun açılması için verdikleri emeklerden dolayı teşekkür mektubu yazıyor. (bu mektup resmi olarak zaman geçtikten sonra açıklanmıştır.)
ve ardından bartelemous bir açıklama yapıyor. açıklama şu:
"lozanı biz tanımıyoruz!"
peki sonra mı ne oluyor?
bartelemous bizans devlet başkanı ilan ediliyor.
kim tarafından mı?
tabii ki avrupa birliği tarafından.
ardından belçika'da devlet başkanı statüsünde ağırlanıyor.
cumhurbaşkanımız batı servi istiyor diyor.
fener rum patrikhanesi başkanı açıkca lozanı tanımıyoruz diyor.
kapısında süründüğümüz birlikte onu bizans devlet başkanı ilan ediyor.
ve bugün devlet içinde devlet modeline göre vatikan gibi istanbulda'da bir "equipment" kurulsa ne olur diyen iktidarlara sahibiz.
aradan biraz zaman geçince son düzlüğe de girmiş bulunuyoruz.
yıl 2002.
akp adında bir parti iktidar oluyor.
genelbaşkanı recep tayyip erdoğan 2002,2003,2004 ve devamındaki yıllarda açıkca söylüyor.
"biz ılımlı islamı savunuyoruz doğru olan budur diyor."
ve aynı kişi büyük orta doğu projesi gibi türkiye dahil bütün ortadoğu devletlerini parçalamayı öngören projenin eşbaşkanı olduğunu 31 ayrı yerden kendisi söyleyip şöyle devam ediyor:
"türkiye bop için elinden geleni yapıyor. ve nato tarafından yürütülen bu operasyonda yer almak bir onurdur." gibi cümleler kuruyor.
ve daha sonra akp genelbaşkanı iktidarı süresince yaptıklarından dolayı birçok 33. seviye masonun dahi alamadığı israil cumhurbaşkanlarının alamadığı
"yahudi üstün hizmet ve cesaret ödülü"nü alıyor.
ödül de yahudiler için kutsal olan keçi boynuzudur.
ve st. john üniversitesine gidip mason şovalyesi kıyafeti giyerek bu ödülü alıyor.
ardından "sen ne mutlu türküm dersen o da kürdüm der." gibi söylemlerle türk ve kürdü bölmek için elinden geleni yapıyor.
ülkenin bugün içinde bulunduğu durum ortadadır.
1999 yılında yakalanan apdullah öcalan'ın ilk sorgusunda söylediği sözleri aktaralım.
"kullanıldım. bugün gelinen nokta ortada. ben 2. şeyh saidim. büyük devletler beni kullandı. pişmanım vatanım için hizmet etmeye hazırım."
bu görüntüler sizce neden yayımlanmıyor? internette belirsiz bir şekilde dolaşıyor?
yıl 2011.
ülkenin dış borcu 290 milyar dolar.
carii açık: 70+ milyar dolar.
22 türkiye limanı ingiliz ve yunanlar tarafından paylaşılmış durumda.
bütün fabrikalar ve havalimanları satılmış durumda.
maden ocakları özelleşmiş durumda.
ve halk kültürel yozlaşma içerisinde cahil kalmakta dizilerle uyutulmakta.
en önemlisiyse parçalanmakta.
yazıyı fazla uzattığımın farkındayım o yüzden bugünkü içinde bulunduğumuz durumu açıklayan doktrini size vererek yazımı bitireceğim.
dolaylı saldırı doktrini: bu doktrin soğuk savaş döneminde abd tarafından bir çok ülkeye uygulanmıştır. diktatörler aracılığıyla ülke kontrol altında tutulur.
ardından artan demokrasi isteğiyle ikinci bir doktrin üretilir.
bu doktrinin adı da düşük yoğunluklu çatışma doktrinidir.
bu doktrin abd meclisinde "project democracy" olarak açıklanmıştır.
abd üniversitelerinde ve onun kanatları altındaki bütün ülkelerde yer alan üniversitelerde ayrıca medya aracılığıyla da ülke halkının temel dinamiklerinden koparılıp itaatkar suskun maddiyat vurgusuyla para için yozlaşma içine düşürüldüğünü söyleyen ve bunu bizzat yaptıklarını da inkar etmeyen bilimadamlarından olan noam chomsky ve diğer bir çok bilimadamının sözlerine kulak verelim.
noam chomsky'e göre project democracy ile:
"ülke yozlaşma içine itilir. hiç bir siyasi parti görevini yapamaz. hepsi birbirini suçlar. toplum güvensizlik içine düşer. etnik siyasi ve dini çatışmalarla bölünmeler yaşanır. toplum kendi kültüründen koparılır. ve medya aracılığıyla uyutulur."
herşey oldukça açık. artık akıl uykusundan uyanmanın zamanıdır.
tekrar graham fuller'e gelerek ılımlı islam'ın ne denli bir emperyalist oyunu olduğunu kanıtlamak isterim.
graham fuller kontrolünde boğaziçi profesörlerinden sabri sayarı'ya "rand" rapor hazırlatılmıştır.
ve bu raporda şu cümleler yer almıştır.
"abd kanatları altındaki tüm ülkelerde olup bitenlerle beraber oalcak olanlardan da haberdar olmalı ve kontrol etmelidir." ılımlı islam hezeyanını bulan kişi bir amerikalı olup amacını da burada açıklamaktadır.
ayrıca kuşatlamalar: islam ve batı jeopolitiği kitabında da şu cümleler ona aittir.
"asıl mesele farklı doktrinlerin doğalarından kaynaklanan mücadele mi? (atatürkçülük ve ılımlı islam kast ediliyor.) yoksa bizim tarihi geçmişleri bir olan dinsel toplulukları bölme çabalarımız mı?"
amacı türkiye ve ortadoğu ülkelerini başkan yardımcısı hamprey'in de dediği gibi "batının ve japonyanın gelişimini 3. dünya ülkelerinin evrimleri tehdit etmektedir ve bu engellenmelidir."
amaçları ortada sayısız kanıt da öyle.
yazımı mustafa kemal atatürk'ün sözleriyle bitirmek istiyorum.
"kendini kurtarabilmek için, ulusun her ferdinin ülkenin alın yazgısıyla ilgilenmesi gerekir."
"sömürücülük ve emperyalizm yeryüzünden yok olacaktır yeriniyse ten rengi, din ve ırk ayrımının olmadığı bir uyum düzeni yaşanacaktır."
okuyanlara teşekkür ederim. ve okumayanlar da mutlaka okusunlar.
okuyan okumayan katılan katılmayan herkese teşekkür ederim.