" eigentlich lernen wir nur aus Büchern, die wir nicht beurteilen können. der autor eines buches, das wir beurteilen können, müsste von uns lernen." j.w. von goethe
cevirirsek; " işin açıgı, bizler yalnızca degerlendiremedigimiz kitaplardan ögreniriz. degerlendirebildigimiz kitabın yazarı bizden birseyler ögrenmeliydi."
bu savın kılavuzlugunda kara kitap pervasızca, hesapsız, sorgusuz ve sualsizce ve gördügünüz gibi kanınıza girecek derecede ögrenilen ve ögrenmekle birlikte goethe'nin ögrenmek eylemiyle gönderme yaptıgı, edebiyat, felsefe,bilim ve sanata bulasmıs tüm eylemlere sahip olma haz ve onuruna ve karmasasına ulastıran bir kitap.
yazdıklarımdan farkettiginiz gibi intihali, intihal yapandan asırmanın verdigi tadı ve buna karsın sonrasında intihal yapıyor diye de eleştirilmenin; ki ben buna gıdıklanmak diyorum, yazarına getirdigi edebi doyumu; insanın kendisi olmaya dayanamamasının iç burkan yanı ve baska birisi oldugunu hissetmenin o anlatılmaz hazzı ve sonrasında "...hayatın en önemli sorununun insanın kendisi olabilmesi ya da olamaması oldugunu..." keşfedenin hikayesini ve basta saydıgım ruh durumlarının nasıl da yer ya da yön ya da anlam degiştirdigini ; mesnevi, binbir gece masalları, hüsn-ü askve "...3.sınıf polisiye romanları..."ndan fırlamıs hikayeleri, "hikayeci degil hikaye" deme duyarlılıgında yazıya aktardıktan sonra, "hikaye anlatamayanların", " sessizlerin, anlatmayı bilmeyenlerin, kendini dinletemeyenlerin, önemli gözükmeyenlerin, dilsizlerin, o iyi cevabı hep olaydan sonra evde düsünenlerin, insanların hikayelerini merak etmeyen o kişilerin yüzleri digerlerinden daha anlamlı, daha dolu degil mi?" diye sorduktan sonra köseyazısında roman kahramanı ve simdiye degin okudugu, dinledigi, kulak misafiri oldugu ve aynen aktardıgı ya da degistirip kendi hikayesiymis gibi yeniden anlattıgı tüm hikayelerin önüne işte bunların, "hikaye anlatamayanların hikayesi"ni koyup "en anlamlı" hikayem dedigini; bastan basa baskalarının isimleri, sözleri ve hikayeleriyle dolu bu kitabın nasıl da bastan basa "sehzadenin hikayesi"ni, sehzadenin son dönemlerinde ulastıgı mevkiyi andırarak yazarı gibi koktugunu, dünyada baska kimse, kitap, hikaye yokmuscasına kendisi gibi koktugunu; "istisnasız" her cümlesinin; hem Thomas mann,tolstoy, dostoyevski hatta - benim fikrimce- "nazım hikmet" ve kafka ve divan edebiyatı ve listesi uzadıkca uzayacak yazarları, sairleri hatırlatırken, yukarıda degindigim gibi hic falso vermeden her cümlenin aslında konusmayı ögrenmemeiş bebek cıglıgı ya da istese de ögrenemeyen, ögrenmeyi zaten isteyemeyen bir deli saflıgında ve elde yazılmıs ne varsa hepsini sanki satırı satırına bilip, özümleyip, bildigini de unutma bilgeliginde yazılabilmis oldugunu; osmanlica kelime kullanma furyasına kapılmadan, öz türkçe( neyse?) yazma iddiasında olmadan nasıl da türkçe bilen herkesin rahatlıkla anlayabilecegi çok açık, eksiz süssüz bir türkçe kullanarak da bugün usta diye andıgımız türk edebiyatcılarının sapka cıkarması gereken kendine özgü, iste benim de yaptıgım gibi (tüm klasikleşmiş ve klasikleşecek yazarların basına geldigi gibi) gayet de güzel taklit edilebilecek, taklit etme istegi doguracak, yetkinligi ve kalitesinden süphe duyulmayacak bir dil olusturdugunu; yazarının ileri görüslülük dedigimiz seyi, ilkokul kitaplarından yuttugumuz haliyle yalnızca 'atatürk'ün özellikleri'nden biri olmaktan cıkarıp, bugün yasanan tüm politik sancıları yıllar öncesinde alay ederek, hepsine gülerek yıllar yıllar öncesinde zaten anlatmıs oldugunu, saskınlık içinde ben bu kitapta gördüm... bu saydıklarımı hem cok sevip, hem de bunlardan, kendimi ve cevremdeki bircok kişiyi, zeki ögrencisinin önünde her hareketiyle ezilen, ezildigini hissettikce hırcınlasan ögretmen gibi hissettirdikleri için nefret ediyorum!
aynı zamanda ben bu kitabı, hayatlarında birkaç kitap okuyup kendilerini edebiyat elestirmeni sanan ukalalar, ukalalıklarından baska ellerinde tutacakları baska sey olmayan "edepsiz eleştiren"ler pervasızlıgında övüyor, göklere cıkartıyor ve yazarının, 'türk edebiyatının yüz akı' edepli edebiyatcılara göre coktan olmus kitabının adını 'kara kitap' koymakla yarattıgı ironiye, hayranlık ve "bunları da mı görecektim?" saskınlıgında, kahkalarla gülüyorum!
kara kitap şöyle bitiyor: "... hiçbir sey hayat kadar sasırtıcı olamaz. yazı hariç. yazı hariç. evet tabii, tek teselli yazı hariç."
işte bu yüzden, ey okur, aslında pek de sasırmıyorum...