bir insanı tanırken, hoşlanma, sevme süreçlerine geçiş aşamasında yaşanan süredir.
telefonu yine her zaman ki güzel sesiyle açtı. içimin titremesi geçtikten sonra "merhaba" diyebildim. şimdi her "alo" diyerek açtığı telefonda beni heyecan silsilesine sürükleyen bu ses, eğer sevgili olabilirsek aynı etkiyi ne kadar devam ettirebilir diye düşündüm. hal hatır sorma faslından sonra:
vendetta: bana notları getirecektin. yarın müsait misin?
hoşlanılan kişi: yarın saat 13:00 da okulda ol, vereyim notları.
okula 13'den önce okula gidilir. tam 13 de gidilirse hanımefendiyi bekletme ve "acaba elimi uzatmalı mıyım, öpmeli miyim?" düşünceleri bünyeyi sarsacaktır. olur işi olmaz edecektir. çay alınır, beklenmeye başlanır. kantinin kapısından bir güneş gibi içeri girer. size doğru gelirken el sallar. sevinirsiniz, ayağa kalkar sizde el sallarsınız. o esnada o eli size değil, diğer masaya salladığını fark edersiniz. tıpkı bir kalecinin penaltı atışında doğru köşeyi tutturup, penaltıyı kurtaramadığı an yaşadığı üzüntüyü yaşarsınız. masadakilerle selamlaşır:
hoşlanılan kişi: maliye politikalarını da sorabilirmiş. bende arkadaşa notları vermeye geldim. ah arkadaşımda orada. notları vereyim, gelirim hemen yanınıza.
arkadaş? arkadaşım? umut vermeyen kelimeler ama bunlar. ben çok değil, daha dün gece yatarken "belki geldiğinde merhaba canım" der diye düşünmüştüm oysa ki... tamam o kadar kısa sürede canın olamasam da, lafın gelişinden de mi puan alamıyoruz? çok mu gördün bana canım demeyi?
masaya gelir. elini uzatır ve sizi öpmek için yaklaşır. yanaklar birbirine temas eder. cık. olmadı. hala öpüşmüyoruz. hala yanaklaşıyoruz. o dudağın yanağa değdiği an bir şeyler değişecek, bir şeyler yoluna girecek halbuki. yanağıma yanağın değil, dudağın temas etmeliydi. ben çok değil, daha dün gece yatarken bunun için dua etmiştim oysa ki... karşı tarafın ne kadar değer verdiğini az da olsa görmek adına:
vendetta: hoşgeldin, nasılsın?
hoşlanılan kişi: hoşbuldum. iyidir sen? vendetta: teşekkürler. ne içersin?
hoşlanılan kişi: ay hiç bir şey içmem valla. arkadaşlarımla yemeğe gitmem lazım. vendetta: hmmm anladım, başka zaman o zaman. nerelerden sorabileceği hakkında hiç bir bilgin var mı?
hoşlanılan kişi: yok. hiç bilmiyorum. neyse gitmem lazım. baayyy.
diyalogdan sonra arkasını döner ve gider. masaya giderken gaipten gelir gibi o güzel sesi azalarak duyulur: "bugün 30 tl'lik kontor aldım." ama ben hala ayaktayım. senin giderken de elimi sıkmanı düşünmüştüm oysa ki... hatta belki tekrar yanaklaşırdık. şimdi beni böyle bütün karizmasıyla otobüste ayağa kalkıp, duracak düğmesine basan, bütün gözlerin üstünde olduğunu düşünen, ama otobüs, otobüs durağını teğet olarak geçtiğinde otobüsteki kıkırdamalarla başbaşa bırakır gibi, neden ayakta bıraktın ki?
arkadaşlarına maliye politikalarını da sorabilirmiş derken, ne kadar da gizlice söylüyordun bu önemli sırrı. dudak okunma ihtimaline karşı ağzını sağ elinle kapatarak söylemiştin. ancak sol tarafı açık unutmuştun. çok değil bir dakika önce ben bu sevimliliğine bir kez daha aşık olmuştum oysa ki...
ben aslında çay içeriz diye düşünmüştüm. çaydan sonra sana "aç mısın?" diye soracaktım. sende "bir bizonu bile yiyebilirim" diyecektin. beraber gülecektik. hatta ben tam o esnada "lan bu bizon denen hayvan neye benziyor acaba?" diye düşünecektim. okuldan dışarı çıktığımızda sen "yerler çok kaygan" dedikten sonra koluma girecektin. çok değil, daha dün gece gideceğimiz yemeği finanse etmek amacıyla arkadaşımdan 50 tl borç almıştım ben oysa ki...
işin vardı? iki masa yanıma oturdun hemen. ve ben hala ayaktayım. yine yanlış kişiyi mi hayal ettim? yavaş yavaş gideyim bari. otobüs durağında seni beklerim. geldiğinde belki "aa ne tesadüf?" derim. çok değil tıpkı 2 gün önce yaptığım gibi. tıpkı 2 gün önce soğuktan bağırsaklarımda ki bokların donduğunu hissettiğim; ama seni görmek adına beklediğim gibi. sen gelip "aaa vendetta, çok üşümüşün" diyecektin. beni çay içmeye götürecektin ya. işte o 2 gün önceden bahsediyorum. hani gelip de beni hiç görmeden direk otobüse bindiğin 2 gün önce...
bir umuttur insanı yaşatan dostlar. gözler cep telefonuna kayar. mesaj çekilir:
vendetta: ahhh. söylemeyi unuttum. lütfen affet. bana zaman ayırıp notları getirdin, çok teşekkür ederim. yine de sana bir yemek borcum var. ne zaman müsait olursun?
aslında ben mesajdan 2 dakika sonra "yok canım ne demek. ne zaman istersen getiririm notları. yemeğe de yarın gidebiliriz, ama benden olmak şartıyla." demeni beklemiştim. çok muydu? tamam öyle düşünüyorsan, canım demezdin. yine mi çok? tamam, yemekler de senden olmasın, beraber öderiz. hala mı çok? tamam ben öderdim. nasıl olsa 50 tl param var. 2 dakika değilde 5 dakika olurdu, ona da razıydım... neden cevap vermedin ki?
bütün umutlar kesilir. fotokopiden sınava çalışılır. ne de güzel yazın varmış. notların üstündeki şu 5 tane kalp acaba notları bana vereceğini bildiğinden mi çizildi? aslında çok değil, iki gün önce ben bu yazınla bana "aşkım seni çok seviyorum" yazdığın mektubu okurken hayallemiştim kendimi. hatta belki, yazının altında rujunla dudaklarının izini çıkarırdın. yanaklaşmalardan sonra, dudaklaşırdım ben o mektupla. yıllarca yeterdi dudaklı mektup bana...
sınavdan çıkıldığında karşılaşılır:
hoşlanılan kişi: yaa vendetta, kusura bakma o gün kontorum yoktu mesajına cevap veremedim. vendetta:... önemli değil. hiç önemli değil. ben çok değil daha dün gece anlamıştım böyle diyeceğini. çağrı atabilirdin oysa ki...
diye geçen süreçtir efendim. sonuç olarak kazanırsınız, kazanamazsınız ama yıllar sonra bile gülümseyerek hatırlarsınız.