aslında çocukluğu, çocuk olmayı özlemektir. umursamazlığı özlemektir.
sabah uyandığımda ayılmak için yatağın kenarında oturduğumda gözümün dizime ilişmesiyle başladı her şey.
küçükken düştüğümde yaranın günden güne kurumasıyla oluşan kabuğu canım acısa da, tekrar kanasa da büyük bir zevkle onu kaldırdığımı hatırlattı bana. aslında dizimdeki yara değil içimdeki yaraydı o.
bazen sırf tekrar kabuk bağlaması için tam kurumamış kabuğu ne kadar sızlasa da kaldırırdım. ne zevkti ama. işte o anı özledim ben. sadece dizlerimin yarılmasıyla sonuçlanan düşüp düşüp kalkmalarımı özledim.
ne yazıktır ki şimdilerde düşüyoruz ama, çocukluğumuzdaki gibi iki ağlayıp düştüğümüz yerden kalkamıyoruz. oluşan yaranın acısı birinci günün sonunda geçiyor, ikinci gün kuruyor, üçüncü veya dördüncü gün kabuk bağlıyor geride kalan küçük ve zararsız izler sadece. kişi büyüdükçe aldığı yaralarda büyüyor belki kabuk bağlaması aylar sürüyor, kabuğu kaldırmanız ise yılları peşinden sürüklüyor.
işte ben küçükken düştüğümde, dizimde, dirseklerimde oluşan o yaranın kabuk bağlamasını özledim, onu tatlı tatlı kaldırıp bedenimden söküp atmayı özledim. işte öyle zararsız yaralar almayı özledim.