"...Kurucusunun adını taşıyor; Bizans, Daha sonra, 330 yılında imparator Konstantinus, Roma imparatorluğu'nun başkentini buraya taşıyınca, "Secunda Roma" ya da "Nova Roma" adını alıyor. "ikinci Roma" ve "Yeni Roma" demektir. Fakat Kontstantinopolis adı daha çok tutuyor; ancak yine de "Roma imparatorluğu olarak adlandırılıyor ve halkına "Romani" ya da "Romaie" deniliyor. "Rum", Romani, Romalı, sözcüğünün Arapçasıdır; Türkçe'ye de yerleşiyor.
Haliç'ten Marmara'ya kadar yayılan bir üçgen üzerindedir. Büyük surlar içindedir. Halic'in Elence adı, Keros ya da Boynuz'dur ve "Alün" sözcüğü kentin zenginliği ve parlaklığı yüzünden sonradan ekleniyor. Kadıköy ve Moda'nın adı ise "Körler Kenti" oluyor; Halic'in güzelliği karşısında ancak körlerin buraya yerleşebileceğini anlatıyor.
Çok ismi var, en güzeli slav dillerindedir; "Cari Gerod" deniyor, kentler sultanı anlamına geliyor ve Varna'da bugün bile bu adla biliniyor. Parlak bir kenttir ve Elenler bazan "Parlak Kent" anlamında "Antusa" diyorlar. Eski tarihlerde bile adı "Şehir" olarak geçiyor; Araplar zaman zaman ayırdeden anlamında "Farik" de diyorlar.
istanbul adı Elence'den, is-Tin-Pelis, nitelemesinden çıkıyor; "şehre" veya "şehirden" anlamını veriyor. Orta Çağ boyunca en büyük cazibe merkezidir; pek çok fetih denemesine karşı koyabiliyor. Zaptedilemez olduğu düşünülüyor; zaptedildiği zaman dünyanın sonunun geldiğine inanılıyor. ikinci Mehmet'in zaptının, çağdaşları üzerinde "kıyamet" etkisi bıraktığı anlaşılıyor; bir zamanın sonu bir zamanın başlangıcıdır.
istanbul iki kez zaptediliyor; ilki, 1204 yılında ve Latinler tarafından ele geçiriliyor. Batılılar, Latinler, şehri görülmemiş bir yağmaya tabi tutuyorlar; yine de Fatih'in askerlerine çok büyük zenginlikler kalıyor.
Galata, başından beri istanbul'un dışındadır. istanbul bir Roma öykünmesidir ve daha sonra pek çok kent istanbul'a öykünüyor. Roma türünden yedi tepe üzerinde kuruluyor; ancak çok zaman yanlışlarla sanıldığı gibi bunlar arasında Çamlıca bulunmuyor. Bütün tepeler eski istanbul'dadır, eğer tepe sayılırsa, Topkapı sarayının bulunduğu yer ya da Bayezıt Meydanı istanbul'un iki tepesidir.
Hep yiyicidir. Hep kavga kaçkınıdır. Kavgalarının hepsi oyundur. Ölümleri bile oyun biliyorlar ve bugün Dolmabahçe'deki ölümcül oyunlar, Roma zamanında bugünkü Sultanahmet yakını olan Et Meydanı'ndaki ölümcül sporları hatırlatıyor. Tarihten beri istanbullu için ölüm hep yabancıdır ve hep başkalarının ölümüne ağlıyor veya oynuyor.
Onbeş-onaltı Haziran bir kenara bırakılacak olursa modern istanbul hiç bir devrimci gelişmenin tanığı olamıyor. Patrona Halil, Kabakçı ya da Otuz bir Mart ayaklanmaları istanbul'un tarihidir; kurtarıcıları ya Selanik'ten ya da Anadolu'dan geliyor.
Nasıl yaşadıklarını bilmek zordur ve sevişmeyi bile sonradan öğrendikleri kesindir. istanbullu için esas sevişme türü erkeğin erkekle ve kadının kadınla sevişmesidir; pek çok erkek tarafından yazılmış divan erkeklere olan aşk üzerinedir. Kadınların kadınlara aşkı da öyle gizlenecek bir durum değildir; bazı kadınlara aşık kadınların bunu anlaşılır hale getirmek için beyaz tülbentten boyun bağı takmaları ve tülbentin görünen bir yerine de "ah ah" diye yazmaları usûldendir.
istanbullunun karşı cinsi sevmesinde Kırım Savaşı önemli bir yer tutuyor; savaşta yaralı ingiliz subaylarına hastabakıcılık yapmak ve güzel vakit geçirmelerini sağlamak için ingiliz asil kızları, hemşireciliğin kurucusu Florance Nightingale de bunlar arasındadır, istanbul'a akın ediyorlar. istanbullu bunların aşklarını görüyor ve kadın ile erkek arasındaki aşkları taklit etmeye başlıyor. Kırım Savaşı'nın hemen arkasından daha önce kapitalize olan Mısır'ın prens ve prensesleri istanbul'a akın ediyor; istanbul'da sahilhane, yalı, satın alıyor ve Pera'da arabalarda mendil düşürmeyi ve göz süzmeyi yaygınlaştınyor. Boğazdaki bütün önemli yalıların Mısırlı Prenslere ait oluşu, bu dönemden kalmadır; "istanbulin" giymeye başlayan istanbul erkekleri, Mısırlı prens ve prensesler arasındaki aşklarda çıraklık ediyorlar.
Cihangir ilk modem müslüman mahallesidir ve istanbullu için eşi bulunmaz bir yeri simgeliyor. Hem Pera'nın içindedir ve hem de bir yolla ayrılıyor; hem içinde olmak ve hem de ayrılma, tstanbul aydınının kimliğidir ve bu zamandan geliyor. Cihangir'den Kabataş'a yürüyerek iniliyor; Kabataş, istanbul'un ilk aydınlarını, vapurla, Bab-ı Ali'ye ve istanbullu için çok önemli olan Üsküdar'a ve Boğaz'a bağlıyor. Nakliyat açısından da fevkalede elverişli bir konumu çiziyor.
Benim istanbul'da öğrenci olduğum yıllarda en pahalı kadın fahişelerin yeri olmaya başlamıştı. Şimdi erkek fahişelerle en modern aydınlara konut sağlıyor.
Cihangir'i Taksim'den büyük oteller ve binalar ayırıyor.
Mehmet, istanbul'u fethe karar verdiğinde buralar bağdır. Gemilerini stadyumun arkasından, belki de şimdiki Hilton Oteli ile Divan Oteli'nin arasından, bağların içinden geçiriyor ve Kasım Paşa deresinden Halic'e indiriyor..."