ben bu yazıyı sana yazdım

entry31064 galeri video218
    7793.
  1. 2 sene beklemiştim. sadece onu izlemiştim. onun ismini hiçbir zaman söylemeyeceğim. onunla konuşmaya utanıyordum. eminim ki farkımda bile değildi. hep böyle düşünmüştüm kendimi bir kum tanesi gibi algılamaktan tarif edilemez bir haz duyuyordum sanki. 2 sene sadece bir insanı seyretmek, yanından geçerken cennet kokan parfümünün kokusunu bütün iliklerine kadar hissetmek, sana baktığı zaman yüzünü başka bir yöne çevirmek değişi bir duyguydu. ama aşık olduğumuz zaman hepimiz yapacağını düşündüğüm şeylerdir bunlar.
    erkekler halk tarafından üç gruba ayrılmış diyebilirim.
    şıp sevdi diye nitelendirdiğimiz insanlar vardır. bunlar aşık olma lüksüne hiçbir zaman erişemeyeceklerdir. insanların bir kere aşık olduğu düşüncesine son derce katılıyorum. bende hayatımda bir kere aşık olmuştum. ama öle sizin tabirinizle dalgınlık iştahsızlık gibi huylarım olmamıştı son dönemler hariç.
    bir grup daha vardır. çoğu insanlar tarafından sevilmeyen ama kendilerini bu ormanın kralı gibi gören insanlardır. kadınları bir sandalye gibi kullanıp işleri bitince de katlayıp masanın altına koyar veya onlarca kalçanın arasında yüzünü sigara dumanından göremediğimiz insanlardır. her neyse…
    bir gün beni yolda gördüğünü söylemişti. bende önemsemedim aslında yapmam gereken şey bu olmamalıydı. ona aşıktım o zaman bile utanmıştım. sanki beni bir anlığına anlamış ve bütün sorularıma cevap veriyordu ama soruları işitmeden. benden akşam telefon numaramı istedi. aslında ilk kullandığım operatörü sormuş ve tesadüf eseri aynı operatörü kullandığımızı söyleyip telefon numaramı istedi. internet üzerinden konuşuyorduk. artık çıkması gerektiğini ve mesaj atmamı istediğini söylemiş, iyi geceler dileyip çıkmıştı.
    bir anlığına ne yapacağımı bilemedim. düşünüyordum. ne yazmam gerekiyordu? aşık olduğunuz kadına ilk defa mesaj atacağınız zaman heyecanlanmaz mısınız?
    aşk işte böyle bir şey umarım anlarsınız.
    birden aklıma –benim.- demem gerektiği geldi. ve attım. 2 dakika sonra telefonum titredi. sanki kalbimden son sürat fırlamış ve hala elimde atışlarını sürdürüyordu. oku tuşuna bastım. “ tanrım hiç mesaj atmayacaksın sandım“ demişti bana. artık durumun gerçekten abarttığım gibi olmadığını anlamıştım.
    işte böyle başlamıştı hikâyemiz. bizim hikâyemiz…

    pazartesi yanıma gel demişti. ama gitmedim. akşam bir saat vaaz verdi desem doğru olur. bağırması gerçekten çok hoşuma gidiyordu. ses tonu. tanrım ses tonu sanki dünyanın en güzel enstrümanlarını bir araya getirdiğiniz zaman çıkacak ses gibi geliyordu bana. ne ince ne de kalın. sadece boğuktu ses tonu. bu benim en çok hoşuma giden noktasıydı. barışmıştık. gönlünü zorda olsa almıştım. salı günü okula gittiğimde ilk iş yanına gidip onu öpmek olmuştu. öptüğümde gözlerinde ki sevinci görmüştüm. ya da ben öyle sanmıştım. 2 sene boyunca bu sevgi tomurcuğu filizlenmişti. hani çok bildiğini sananlar vardır ya yok bir tohum ek 25 yıl olsa ağaç olsun aslında alakası bile yoktu işte. 2 sene yeteri kadar uzun bir zaman bence.
    her gün telefonda bir saate yakın konuşuyordu. birbirimize iyi geceler dileyip kapatırdık telefonları.
    ertesi gün boş bir sınıfa beni çekmiş ve uzun ve sıcak bir şekilde yaklaşık yarım dakika kadar öpmüştü. anlayamamıştım. bağırıyordu. beni çok sevdiğini söyleyip duruyordu. bende bağırmamasını herkesin başımıza toplanacağını söylemeye çalışıyordum. sarhoştu. beni duymuyordu. birden sesi kesildi ve gözlerinden yaşlar fışkırdı. ne yaptığını anlamıyordum. insan birden neden ağlardı ki? bazı insanlar sinir krizi geçirdiği zaman çok fazla güler ve sonra bir odada gizli gizli ağlardı. ama bazıları da put gibi sessiz ve kıpırdamadan durur birden her şeyi kırıp dökmeye başlarlardı. ama ona ikisi de olmamıştı.
    bana fısıldar gibi artık yapamayacağını, bu kadar ilgiye layık olmadığını söylemişti. oysa dün akşam birbirimize “seni seviyorum” deyip uyumuştuk. bugün ise artık yapamayacağını söylüyordu. neden? ne yapmıştım ona ben? aslında cevabı çok basitti. hiçbir şey…

    o akşam gerçekten benim için çok zordu. kendimi bildim bileli ilk defa ağlıyordum. ( bebeklik ve yaramaz çocukluk dönemim dışında ) hayatta tek güvendiğim, beni terk etmez dediğim tek insan beni sebepsiz yere yalnız başıma bırakıp gitmişti.
    hiç düşünmediğim bir zaman da ve ne olduğunu anlamadan artık bir karabasanın ortasında başrol oyuncusu olmuştum ve cinnetin esrarengiz gücü sizi bir kere yakaladı mı kurtuluş şansınız yoktur.
    çok değişmiştim. fiilen yaşıyor gibi gözüksem de aslında zihnen ölüydüm. çevremdeki hiçbir olaydan haberim yoktu. gerçi beni ilgilendirmiyordu artık ama onu bile görmez olmuştum. onu en son gördüğüm zaman, benim en yakın arkadaşım olduğunu düşündüğüm kişiyle birlikte sarmaş dolaştılar. ikisine de bir şey dememiştim.
    akşam olduğu zaman benim cesedimi ilk gören de annem olmuştu. zavallı kadın ne kadar çok ağlamıştı. bir nehir gibi akıyordu gözyaşları yanaklarından. çok üzgündüm. en kolay yolu seçmiştim. ailem benim ölümümden sonra kendini toplayamadı. çok sorunlar yaşadılar. onları birlikte tutan şey her şeyden habersiz büyümekte olan biricik kardeşimdi. hep kendi hataları olduklarını düşünüyorlardı. ama onların hiçbir suçu yoktu. ama kabullenemiyorlardı.
    babam bir kere bilgisayarımı karıştırırken yazdığım son notu okumuştu. hayatta son yazımı bile kalemle bir kağıt parçasına yazmamıştım. tanrım ne kadar zavallı bir köpektim.
    “bilmiyorum. daha fazla dayanamayacağım.
    kimsenin suçu yok. sizleri yeterince seviyorum. hoşça kalın “
    biliyorum çok basitçe ama daha iyisini yapabilecek kadar sağlıklı düşünseydim seninle aynı masada bile oturabilirdim şuan…

    şimdi bir bankta oturmuş annemle kardeşimin mezarıma taptaze çiçekler koyuşunu seyrediyorum. ağlamaya çalışıyorum ama yapamıyorum. tanrım zaman ne kadar da çabuk geçiyordu. kardeşim büyüdüğünü çok belli ediyordu. annem de yaşlanıyordu. öleli 6 sene olmuştu. eğer ben yaşıyor olsaydım annem benden destek alıp yürüyecekti. çok hastaydı. kardeşim ona bakamıyordu. babam zaten hiçbir zaman onları düşünmemişti. her neyse bunlara gerek yok.
    o mezarıma bir kere gelmişti. çok pişman olduğunu söyleyip duruyordu. mezarıma, beni neden terk ettiğini fısıldadığını duymuştum. “kimseye hayır diyemiyorum lütfen affet demişti” bunu derken gözlerinden akan yaşın pürüzsüz teninde aşağıya doğru süzülüşünü görmüştüm. ama ben ona hiçbir zaman küsmemiştim ki. yanıma gelmesini o kadar çok istiyorum ki. ama geleceğini sanmıyorum. burası çok farklı bir yer. çok sıcak ve insanların son derece yüksek sesle haykırdığı bir yer. burada canımızı yakıyorlar.
    annem kardeşimle evin yolunu tutmuştu. beni de aşağıdan çağırıyorlar. gitmem gerek gerçekten. hoşçakalın siz.
    0 ...