tüm patronlarda ki ortak özellik olan 'mekan benim' duruşu bu kadında haddinden fazla sırıtıyordu. tek kuruş ödemeden orada içiyormuş hissine kapıldım, cüzdanımı çıkarıp bir yüzlük bıraktım bara. para üzerini bahşiş bırakacağımı anlaması için tabureden kalktım, benim bardaki bardak kırma girişimimi örtecek kadar çok değildi bahşiş ama en azından suçumu hafifletmeye yeterdi.
benim gitmeye karar verdiğimi anladığında, hemen yanımda, bara yaslanıp bizimkine mutfakla alakalı öylesine bir kaç şey sordu. hemen yanımda duran bu boylu poslu kadın gerçekten de bu işi biliyordu. işin içine kadınlık girdiğinde bir dükkanın işlememesi imkansız oluyor neredeyse.
o barı sarhoşlara bırakıp çıkışta bekleyen taksiye bindim.cebinde para varsa kendine güvenin her zaman daha fazla derdi babam. cebimde ki parayı hatırlayıp iyi hissetmeye çalışıp duruyordum. cepte olan tek şey o gece kazandığım paraydı ama bu iyi hissettirmiyordu nedense. babam yanılmış olmalıydı. can sıkıcı bir ayrıntı geçelim...
nereye gideceğimi sordu taksici, henüz bir ev tutmamıştım. yaklaşık iki haftadır kaldığım bana çok saygı duyduğunu düşündüğüm bir arkadaşım vardı ama nedense arkadaşlık kredim evinde kaldığım süre içinde buz gibi eriyip gitmişti. sizi önemseyen biriyle uzun süre aynı tuvaleti ya da mutfağı kullanınca insanlardan saklayabilecek pek bir şey kalmıyor geriye. dolaptan salam çıkarıp keserken ya da makarnanın haşlanmasını beklerken ya da sifonun sesini duyunca insanlar sizi önemsemekten biraz daha kolay vazgeçebiliyor. her neyse uzatmayalım, o eve gitmek hiç gelmedi içimden, bir pansiyon tutmaya karar verdim. en azından ev bulana kadar geçicide olsa içim rahat bir şekilde yatabilecek bir yer ayarlayabilirdim.
sahile inen yolda bir kaç tane ucuz yollu otel vardı.oraya gitmesini söylediğim taksiye.otellerin birinin önünde indim ve en çokta o otelin ismini beğendim. giriş kapısından girer girmez karşıda duran resepsiyona doğru ilerlerken otelin sadece isminin güzel olduğunu fark ettim. lobide bir sürü ayyaş vardı, kimi içmeye devam ediyor kimiside önlerinde duran dergi ve gazeteleri kurcalıyorlardı. otelin tabanı boyunca uzanan halı çok aşınmıştı ve toz açık kahve bir renge dönüştürmüştü halıyı. oldukça eski ve bakımsız duvarlar sigara dumanıyla hafif sararmış. resepsiyon tezgahının yapıldığı ahşap o kadar soluk ve eski duruyordu ki resepsiyonda ki kadın dışında birisi yaslanmaya kalksa sanki çökecekmiş gibiydi.
kötü bir karar verdiğimi düşündüm, isime aldanmamak gerekir bu tarz işlerde, yine de o kapıdan girdikten sonra vazgeçersem bir anda lobide ki insanların ve resepsiyonda duran kadının nefretini kazanacağımı düşünüp bu karardan vazgeçemedim. çok fazla boş oda olduğunu söyledi kadın, bende ilk kattan herhangi bir odayı bir haftalığına kiralayıp odaya bakmadan anahtarı alıp sahilin yolunu tuttum. lüks benim için asla önemli bir şey olmamıştır ama yatacağım yatağın en azından çarşaflarının değiştirilmiş olmasını isterim. bu gayet insanı bir istek. o kadar haraptı ki otelin iç görünüşü sahile inerken yol boyu geri dönüp odayı bakıp bakmama konusunda tereddüt yaşadım. bu düşünce sahile giden yolda ki büfeye bir kaç bira almak için uğrayana kadar kafamda dönüp durdu. yataktı yorgandı derken insan kendini nasıl hissettiğini unutabiliyor.