atlantis ve piramitler

entry3 galeri
    1.
  1. Blogdan okumak için; http://illuminatifs.blogs...mu-sambala-agarta-ve.html
    Çok uzun bir yazı oldu, blogdan okumanızı tavsiye ederim...

    N'aber?

    Bu sefer ki biraz daha fantastik bir yazı olucak, uzun zaman önce okuduğum bazı yazılar kafamda bir anda birleşti ve illuminati ile bağlantısı olabilecğeini düşündüğüm bir kaç şey buldum. Tam olarak sağlam bir kanıt yok ve fikirde çok uçuk aslında fakat insan bilim-kurgu sever olmasın, kendime engel olamıyorum bunu düşünürken. Birazdan sizinde kafanızda bahsettiğim şey ile ilgili düşnceler oluşucak. Bu yazının, bir kaç ufak kanıt ve mantıksal incelemenin ürünü olduğunu belirtmeliyim, sonra "komplo teorisi, paranoyak rerörörö" yapmasın entel bozmaları. Bu arada belirtmek isterim ki bazılarınız yazılarımda hiç entel bozmaları, şakirtler, berkecanlar ve türevleri ile hiç uğraşmadan direk konuya girmemi istiyoır, bunu anlayışla karşılarım fakat şunu da göz önünde bulundurmanızı isterim. Burada, bu yazıları hazırlamak için saatlerimi harcıyorum, bazen 12 saati buluyor çünkü gerçekten iyi bir araştırma yapmayı gerektiriyor. Ve bu arada da farkındalık seviyesi düşük, sistemi korumaya canla başla çalışan insanlarla biraz uğraşarak kendimi rahatlatmamı mazur görürseniz sevinirim. Bir örnek verecek olursam, "Sen görmesende olur, şakirt."

    (Sizin için fizy'e üye oldum... Okurken dinlersiniz, uzun bir yazı olucak. http://faintsmile.fizy.com/#p/Fs%201 )

    Şimdi yavaş yavaş konuya giricek olursam hepiniz hayatınızda bir seferde olsa, Atlantis'i duymuştur. Kayıp şehir, batan kıta, suyun altında ki krallık vs gibi bir çok teori dolaşıyor Atlantis hakkında. Bende çok sevdiğim bir arkadaşımın hazırladığı yazıdan yola çıkarak size bununla ilgili bazı görüşlerimi sunacağım. Öncelikle hikayeyi dinleyelim(Benim yazmadığım kısımları, tırnak içine alarak gösterdim, diğerleri kendi yorumlarım.);

    "M.Ö. 1750'lerde yaşayan Kral Nefer-hetop Osiris'e tıpa tıp benzeyen bir heykel yaptırmaya karar verdiğinde, katiplerini araştırma yapmaları için Heliopolis Kütüphanesi'nin eski arşivlerine yollamıştı. Çünkü orijinalliğinden emin olacakları bir Osiris resmi arıyorlardı!... Yani günümüzden yaklaşık 3750 yıl önce... Yine günümüzden yaklaşık 3150 yıl önce yaşamış IV. Ramses'in de Mısır'ın kökenleriyle ilgili benzer antik araştırmalar yaptırdığı bilinmektedir. Evet... O dönemlerde de Mısır'ın geçmişi ve kökeni araştırılıyordu!...

    Şunu söylemek istiyorum ki, bizim için hayli eski bir dönemi ifade eden bu tarihler bile, Mısır'ın geçmişi ile karşılaştırıldığında hiç bir şey ifade etmemektedir. Antik Mısır Uygarlığı dendiğinde karşımıza çıkan tarih; bizleri istesek de, istemesek de çok daha gerilere götürür. Hem de binlerce değil en az 10-12 bin yıl öncelerine... Bu nedenle Kral Nefer-hetop kendi döneminde Mısır'ın geçmişi ile ilgili bir bilgiyi araştırırken, yaklaşık 7000 - 9000 yıl öncesiyle ilgili tarihi bilgilere ulaşmaya çalışmaktaydı. Gizemi binlerce yıl öncesine ait Osiris'e ait bir resim bulmaya çalışan Kral Nefer-hetop'dan bugüne gelinceye kadar geçen süre, Mısır'ın geçmişini daha da unutturmuş ve bizi 10.000 yılı aşkın bir zaman süreciyle karşı karşıya bırakmıştır..."

    Buraya kadar anlatılanları, asıl konumuzla ilgili olacağı için, ön bilgi olarak verdim. Bildiğiniz gibi illuminati'nin bu piramitler ve firavunlar ile büyük bir bağlantısı var. Fakat daha da önemlisi piramitler ve firavunların geçmişinin neye dayandığı. Yani asıl konumuz Atlantis ve Mu kıtaları. Tufan olarak bahsedilen kısım, büyük ihtimal ile Nuh tufanı olarak bildiğimiz olay.

    Tufan öncesine dayanan bir uygarlık:

    "Bilgilerinin belirli bir kısmını Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır. Bu yaklaşık olarak Atlantis'in batışına denk gelen bir tarihtir. Yani Herodot'un vermiş olduğu bu tarih. Tufan sonrası bizim uygarlığımızın başlangıç tarihidir... Bu tarih, Mısır için de çok önemli bir dönüm noktasıdır. Günümüzden 10.000'lerce yıl önce... Geçmişte meydana gelen ve hemen hemen tüm kutsal kitaplarda dile getirilen Tufan'ın etkileri, bazı bilimadamlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınırlı kalmamıştır. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında silinemeyecek izler bırakmış olan bu büyük felâkeder dizisinden, Dünya üzerinde en az etkilenen bölgelerin başında Ortadoğu gelmiştir. Bir zamanlar yaşanan ve Dünya'nın birçok bölgesini etkileyen iki büyük doğal afetten söz etmeyen ulus ya da kavim yok gibidir. Dünya üzerinde birbirlerinden çok farklı bölgelerde yaşamış olan tüm eski ulusların mitolojilerinde ve dinlerinde bu trajedik anıya yer verilmiştir. Yaşanan bu felâketler, dinlerde (özellikle de son üç dinde) "Tufan" olarak isimlendirilmiştir. Bu büyük felâketler zincirinin ilkinde Mu Kıtası diğerinde ise Atlantis Kıtası arkalarında küçük adacıklar bırakmak suretiyle tamamen batmışlardır. Bu yaşananlarla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de pekçok ayet vardır:

    Ad, Semud milletleri ile Ress'lileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik. Her birine misaller vermiştik ama dinlemedikleri için hepsini kırdık geçirdik. (Furkan Suresi: 25/38-39)

    Gerçekleşecek olan! Nedir o gerçekleşecek olan gün? Gerçekleşecek olanın ne olduğunu sana ne bildirir? Semud ve Ad milletleri tepelerine inecek bu gerçeği yalanladılar. Bu yüzden Semud milleti zorlu bir sarsıntı ile yok edildi. Ad milleti de bu yüzden önünde durulmaz dondurucu bir rüzgarla yok edildi... Ey insanlar! Su taştığı vakit, siz bir ibret olmak üzere, anlayışlı kulaklar anlasın diye süzülen gemide, sizi Biz taşımışızdır. (Hakka Suresi: 69/1-7,11-12)0)

    Nuh Tufanı olarak Kur'an-ı Kerim'de Muhammed Peygamber'e tebliğ edilen (vahyedilen) bu meselenin, bilinmeyen olaylardan olduğu, ayetlerde şu şekilde anlatılmıştır:

    Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken... Yere, Suyunu çek! Göğe Ey gök sen de tut denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cudi'ye oturdu. Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama birçok toplulukları da geçindireceğiz, sonra onlara can yakıcı bir azap vereceğiz denildi. Ey Muhammed, bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. (Hud Suresi: 11/42,44,48-49)

    Belli ki, Muhammed Peygamber'in döneminde de Tufan'ın izleri hafızalardan çoktan silinip gitmişti."

    Bu ayetlerden açıkça görüldüğü üzere Nuh Tufanı ile sular altında kalan milletler Ad ve Semud milletleri. Yada bu hikayede ismi geçen şekliyle, Atlantis ve Mu kıtaları. Nuh tufanı ile ilgili düşüncelerimi birazdan söyleyeceğim, fakat biraz hayal gücü gerektiriyor. Ve stargate dizisinin etkisinde kalma ihtimalimde yüksek. (:

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/190152/+
    Nuh Tufanı ve sonrasında Atlantis'in temsili bir resmi...

    "Anlatılanlar iki büyük etkenden bahsetmektedir: Su ve ateş... Tabii bu arada meydana gelen büyük depremleri de ilave etmek gerek... Yaşanan böylesi büyük felâketlere sebebiyet veren etkenler nelerdi?

    Dünya eksenindeki kayma ve kutupların yer değiştirmesiyle birlikte gelen büyük sel baskınları ve ani iklim değişiklikleri.

    Okyanus dibindeki gazlar ve bunun sonucu oluşan büyük depremler.

    Atlantis 'in son dönemlerinde çıkan iç savaşta majik tekniklerle birlikle doğa güçlerinin negatif alanlarda kullanımı."

    Burada bahsedilen majik tekniklerle savaş konusuyla ilgili bağlantılı olarak, Su Kristalleri yazımda büyü olarak bilinen şeyin aslında bilimsel olarakda bir açıklaması olabileceğini bilimsel veriler ve kanıtlarıyla sunmuştum. Yolu henüz bilmememiz, gidilecek bir yol olmadığını göstermez. Eğer islam inancındaysanız zaten
    harut ve marut isimli iki meleğin geçmişte bir zamanda insanlara büyüyü öğrettiğini yani büyünün varlığını kabul ediyorsunuzdur. Bunun dışında bir benzetme yapacak olusam, kuantum mekaniğini anlayıpta, dehşete düşmemiş bir fizikçi yoktur. Keşfetmenin sınırı yok, daha 1-2 ay öncesine kadar ışık hızı geçilemiyor sanıyorduk ve bundan çok emindik. CERN de yapılan deneyler sonucunda nötrinoların ışıktan hızlı yer değiştirdiği ortaya çıktı. Neredeyse 100 yıldır doğru kabul ettiğimiz görelilik teorisini çürütme ihtimali var. Kısacası; Nothing is true, everything is permitted. (Hiç bir şey doğru değil, her şey mümkündür.) Assassin's Creed oyunu ile ünlenen, gerçekte "Hasan Sabbah"ın ölmeden önce söylediği son sözler.

    Buradan hikayeye tekrar dönecek olursak;

    "işte bütün bunlar ve bunlara eklenen bazı diğer kozmik etkenler; dinsel kayıtlarda adına Tufan denilen büyük bir trajedinin dünya üzerinde yaşanmasına neden olmuştu.

    Mısır'dan başlamışken bir anda Tufan'a geldik, çünkü Tufan; yıkımdan kurtulmak için göç eden Mu ve Atlantis kabilelerinin arada geçen zamana rağmen aynı yerde buluşmasına ve Mısır Medeniyeti'ni kurmasına neden olmuştu. Tufan'ın buradaki rolü çok önemlidir. O yüzden onu incelemeye ve ezoterik bilgilerden yararlanarak Tufan'a neden olan etkenleri, Tufan'ın sonuçlarını, Tufan'ın gerekliliğini anlatmaya devam edelim..."

    Yani bu hikayeye göre mısır medeniyetinin kurulmasının kaynağında, Atlantis ve Mu kıtasından yapılan göçler yatıyor. Aslında düşünecek olursak, mısır piramitlerinin nasıl yapıldığı hala bir gizem ve bu hikayede anlatılan şeylerin aynı zamanda kuranda ki ayetlerin doğrultusunda, Nuh Tufanı ile Ad ve Semud milletleri ile uyum gösterdiğine dikkatinizi çekerim.

    Dünya'nın Klasik Kronolojik Tarihi

    "Bu konuda akılları karıştıran bir çelişkiden söz etmek istiyorum. Bu anlatılanlar günümüz bilimsel buluşları ve eskinin dinsel kayıtlarıyla örtüşse de, Klasik Tarih Bilimi'yle örtüşmeyen noktaları olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü Klasik Tarih Bilimi'ne göre bilinen insanlık tarihimiz şöyle bir kronolojik sıra takip etmektedir: Taş Çağı'ndan Demir Çağına, tam olarak ne zaman başladığı konusunda farklı tarihler vardır. Ancak Taş Çağının bitişiyle ilgili Tarihçilerin üzerinde birleştikleri süre günümiüzden 9.000 yıl öncesine aittir.

    Ve en önemlisi de, bu zaman dilimlerinin öncesinde, son derece ilkel bir insanlık tarihinden bahsedilir. Maymunla insan karışımı bir insanlık tarif edilir.

    Klasik Tarih Bilimcileri'nin kronolojisi içinde, günümüz uygarlığıyla karşılaştırıldığında son derece ileri bir düzeye erişmiş olan Mu ve Atlantis Uygarlıkları yer almaz! En büyük sorunda budur. Birçok tarihçi Atlantis ve onun da öncesindeki Mu Uygarlığı'nı efsanevi kıtalar olarak nitelendirmişlerdir."

    işte şimdi öldürücü darbeyi vuruyorum, taş çağı hepimize ilk okulda öğretildiği üzere milattan önce 10.000 yılları civarında başlıyor. Yani teknolojinin hiç olmadığı, insanların tekerleği, ateşi filan yeni yeni bulduğu zamanlar. Ve yaklaşık olarak 12.000 yılda günümüz teknolojisine geliyoruz. Ulaştığımız son noktada atomik güçleri kullanabiliyoruz, uzaya çıkabilecek kadar gelişmişiz ve bunların hepsi sadece 12.000 yılda olmuş. Peki taş çağından önce ne vardı? Ne oldu da teknoloji sıfırdan başladı? Burada ise aklıma gelen en uygun şey, Nuh Tufanı oluyor.

    Bilinen en eski insan iskeleti 3.200.000 yıllıktır. Yani taş çağından 3.188.000 yıl öncesine ait. Düşünsenize teknoloji, taş çağında sıfırdan başlayıp sadece 12.000 yılda bu zaman ki durumuna ulaşıyorsa, 3.2 milyon yıl belki de çok daha fazla bir süredir dünyada bulunan insanların teknolojisi 3 milyon yılda ne kadar gelişmiştir? Belki de defalarca, hayal bile edemeyeceğiniz kadar gelişip, atomik savaşlar, meteorlar yada tufanlarla yeryüzünden silinip, baştan baştan gelişti? Teknolojinin hangi boyutlara ulaştığını tasavvur bile edemeyeceğimiz ortada değil mi? Ve iddia edildiğine göre Mu ve Atlantis uygarlıkları sadece 70.000 yıl öncesine dayanıyor. Ondan öncesine hiç girmiyorum bile. Dolayısıyla Tufan öncesi Mu ve Atlantis Uygarlıklan'nın bizlerden çok daha ileri düzeyde bir uygarlık olduklarını, bu basit mantık yürütmesinden bile çıkartabilmek mümkündür.
    (Not: Ayrıca bir rivayete göre dünyaya 28.000 peygamber gelmiştir. Bu peygamberlerin her birisi ortalama 1000 yıl ara ile gelmiş olsa, 28.000.000 milyon yıldır insanlar, dünyada demektir.)

    Tekrar konumuza dönecek olursak;
    "Mısır Uygarlığını araştırma konusu yapan başlı başına bir bilim dalı vardır ve bu bilimle uğraşanlara Egyptolog denir. Ancak ne var ki, Egyptologlar'ın bizlere aktardıkları Mısırla ilgili bulgular son derece sıradan bilgilerden ibarettir. Onlar bizlere Firavunlar döneminin tarihini ve Mısır yapılarının belirli özelliklerini anlatmaktan öte pek fazla bilgi vermezler Onlar için piramitlerin nasıl yapıldıkları bile bir muammadır-. Peki ama bu muammaları kim çözecek? Bunlara cevap ne zaman verilecek?

    Bu çelişkiyi ilk kez kamuoyuna duyuran araştırmacı, Atatarük'ün de kitaplarını getirterek tercüme ettirdiği James Churchward olmuştur. James Churchward yaymladığı ilk kitabında bu konuyla ilgili şu satırları kaleme almıştır: "Egyptologiar Mısır'la ilgili birçok konuda oluşturdukları teoriyle gerçekten önemli ölçüde sapmışlardır. Bunun nedeniyse ne eskilerin sembolizmini ne de bu sembolik yazıtların ezoterik anlamlarını anlayamamış olmalarıdır. Bunun için onları suçlayamayız. Çünkü bu konuda bir ipucu bulunmadığı gibi, bunların öğrenilebileceği bir okul da yoktur. Bu sırlar en azından yüzlerce yıldır sadece bir avuç yaşlı Doğulu Bilge tarafından bilinmektedir. Tüm bu yaşlı bilgeler yaşamlarını kendi mabetlerinde geçirmişler ve dış dünya ile nadiren irtibatları olmuştur. Bu çok ender de olsa gerçekleştiğinde ise, onların aktardığı bilgiler, eldeki mevcut teorilerle o kadar uyuşmamıştır ki, bu anlatılanlar anlamsız şeyler olarak değerlendirilmiştir.

    James Churchward bu satırları kaleme aklığında 1900'lü yılların henüz daha ilk çeyreğindeydik. O günlerden bu günlere gelinceye kadar aradan bir hayli zaman geçmiş olmasına rağmen, Klasik Tarih Bilimi'nin etkisi altındaki Egyptologlar için değişen çok fazla bir şey olmamıştır. Onların büyük bir bölümü hâlâ okullarda kendilerine anlatılan klasik bilgileri tekrar edip durmaktadır."

    1926 yılmda THE CHILDREN OF MU ismiyle yayınlanan ve Mustafa Kemal Atatürk'ün yurdumuza getirterek tercüme ettirdiği notlardan alınmıştır. James Churchvvard'ın bu ve diğer dört kitabı ile tercüme notları, halen Anıtkabir Müzesi'nde muhafaza edilmektedir.

    Tufan sonrası yaşanan gerileme...

    "Az önce Mezopotamya ve Orta Doğu'nun yaşanan büyük doğal afetlerden daha az etkilendiğinden bahsetmiştik. Bu arada Akdeniz ve Karadeniz'i de daha az etkilenen bölgeler arasında sayabiliriz. Her ne kadar Tevrat ve Kur'an'da anlatılan "Tufan" bu bölgelerdeki yaşananları anlatsa da, yine de bir Atlantik Okyanusu ve Pasifik Okyanusu'nda meydana gelenlerle kıyaslanamayacak kadar daha küçük boyutta olmuştur. Akdeniz, Karadeniz ve Kızıldeniz gibi nispeten kapalı bir havza içinde yer alan denizlere kıyısı olan yerler. Kutuplar'daki açısal değişimin sonucu ortaya çıkan büyük su baskınlarından daha az etkilenmiştir. Nitekim Tevrat ve Kur'an'da bahsedilen Nuh Tufanı'nda, kimi insanlar basit tahtadan teknelere binerek dahi, bu büyük felâketi atlatabilmişlerdir. Bu büyük doğal afetlerde bilindiği gibi önce Pasifik Okyanusu'ndaki Mu Kıtası daha sonra da Atlantik Okyanusu'ndaki Atlantis Kıtası parçalanarak hemen hemen tamamen sulara gömülmüşler, diğer kıtalarda ise kısmi parçalanmalar ve büyük su baskınları meydana gelmiştir. Marmara Denizi ile Karadenizi birleştiren istanbul Boğazı bu dönemde açılmış ve iki denizi büyük bir selle birlikte birleştirmiştir. (Bu konuyla ilgili yapılan bir bilimsel araştırmanın sonuçlan geçtiğimiz yıl Discovery kanalında yayınlanmıştır.) Meydana gelen tüm bu büyük doğal afetlerin sonucunda Dünya üzerinde yokolmaktan kurtulabilen tüm uygarlıklarda büyük bir gerileme kaçınılmaz olmuştur. Dünya'nın büyük bir bölümünde kelimenin tam anlamıyla, korkunç bir gerileme yaşanmıştır. Kurtulabilenler boş alanlara yerleşmişler ve her türlü teknolojik imkândan bir anda yoksun kalıvermişlerdir. işte günümüz Klasik Tarih Bilimi'nin bundan 9.000 yıl önce yaşadığını iddia ettiği Taş Devri'nin altında yatan gerçek bu gerilemedir."

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/190153/+
    Atlantis ve Mu'nun dünyadaki konumunu ve yapılan göçleri gösteren bir harita...

    Atlantis'teki Osiris Öğretisi:

    "Bu büyük felâketler zinciri henüz daha başlamadan önce Mu ve Atlantisli rahipler yaşanacaklardan haberdardılar ve bu konuda halklarını çok önceden uyarmışlardı. Beklenen Tufan'dan en az etkilenecek olan bölgeler tespit edildikten sonra buralara yoğun göçler düzenlemeye başlamışlardı. işte bu bölgelerden biri de Mısır topraklarıydı. Mısır önce Mu'dan sonra da Atlantis'ten yoğun göçler almıştı. Tarihçilerin bir zamanlar bir türlü içinden çıkamadıkları; Bir anda böylesine ileri düzeyli bir uygarlık Afrika'nın Kuzeyi'nde nasıl oluşmuştur sorusunun cevabı işte bu göçlerde yatmaktaydı.

    Tarihin çok eski dönemlerinden başlayan, Atlantis'le Mu arasında sürekli bir irtibatın olduğu bilinmektedir. Bu irtibat Mu Bilgeliği'nin Atlantis'e taşınmasında çok önemli bir rol görmüştür. Orta Asya'nın muhtelif yörelerinde bulunan çok eski bir kültüre ait bilgiler veren taştabletlerden elde edilen ezoterik bilgilere göre, Mu'ya indirilen kozmik öğretinin kaynağı "Sirius Kültürü" idi. Bu tabletlerin içerikleriyle ilgili ilk bilgiler ünlü araştırmacı James Churchward tarafından dünyaya duyurulmuştur, James Churchward kendi anlayışı ile bu bilgileri yorumlamış ve bu öğreti sistemine dünyanın ilk Tek Tanrılı dini adını vermişti. Onun Tek Tanrılı din olarak yorumladığı sistem aslında bir din değil, tam anlamıyla kozmik kökenli bir öğretiydi. Bu öğreti ilk kez Mu'da yaşam bulmuş ve oradan da Atlantis'e taşınmıştır. Ancak zamanla Atlantis'te bu öğreti dejenere olmuştu. işte bundan sonrasını tabletler şöyle anlatır.

    Tabletler konumuzla çok yakından ilgili olan bir isimden bahsetmektedirler. Bu isim Osiris'tir... Günümüzden 18-20 bin yıl önce yaşamış olan bu kişiden Atlanlisli bir bilge olarak söz edilmekledir. O dönemlerde Atlantis'te başlayan dejenerasyon hat safhaya ulaşmıştı, Osiris bilgisini derinleştirmek üzere doğduğu ülke Atlantis'i terkedip Mu Kıtası'na gitti. Oradaki Naakal Okullan'nda "MU Kozmik Öğretisi" ile ilgili inisiyatik dersler aldı. Daha sonra Atlantis'e geri döndü. Tüm yaşamını Atlantis halkını aydınlatmaya ve Mu Kültürü'nü anlatmaya adıyan Osiris, birtakım çıkarları uğruna kozmik öğretiyi yozlaştırmış, Atlantis rahip sınıfının etkisi altında oluşan yanlış anlayışları ve uydurma kavramları düzeltmeye çalıştı. Halktan çok büyük destek gördü. Halk kısa süre içinde ona büyük bir sevgi ve saygıyla bağlandı. Sonunda Atlantis'in ruhani lideri oldu. Kendisini Atlantis Kralı Uranos'un yerine getirmek istediler. Fakat o bunu kabul etmedi. Ölümünden sonra kendisine bağlı inisiyelerce adının yaşatılması için, Atlantis'te yaymaya çalıştığı Mu kökenli Kozmik Öğreti'ye "Osiris Dini" adı verildi. Ve binlerce yıl bu öğreti Atlantis'e hakim oldu.
    ...Atlantis'teki bazı merkezlerde bulunan kristaller, kozmik enerjileri toplama ve dağıtım işlemlerinde etkin bir şekilde kullanılıyordu. Dev bir yansıtıcı gibi işlev gören bu merkezlerde büyük enerjiler odaklandırılıyor ve yansıtılıyordu. Dev yansıtıcılarda kullanılan bu kristallere; Edgar Cayce, medyomsal yollarla aldığı bilgilerde "Ateş Taşı" ismini vermiştir. Atlantis'teki bu enerji merkezleri, ilk başta "göksel - ruhsal irtibat" için kullanılmaktaydı. Bu "Enerji Merkezleri" nde aynı zamanda psişik olarak insanlar yenilenmekte ve fiziksel olarak da bedenlerini rejenere edebilmekteydiler.

    Böylelikle yaşlanmanın da etkisini en aza indirebilmekteydiler. "Kristal Enerji Merkezleri" olarak isimlendirilen ancak niteliği tam olarak bilinmeyen bu ünitelerden, Atlantisliler daha sonraları enerji yayan bir kaynak yaptılar ve bunu geliştirerek ulaşım, iletişim ve yaşamın çeşitli alanlarında bu üniteleri kullandılar. Hatta doğa olaylarına bile, bu enerjilerle müdahalede bulunabilmekteydiler. Atlantis'te bu kristallere "Tuaoi Taşı" ismi verilmekteydi. Ezoterik kaynaklarda "Kristal Enerji Merkezleri" ve "Ateş Taşı" olarak geçen bu yerlerde kullanılan maddenin tam olarak özelliği bilinmiyor. Gerçekten bir kristal midir yoksa günümüzde bilinmeyen başka bir maddesel yapı mıdır?... Buna net bir cevap halen getirilememiştir. Edgar Cayce'nin medyomsal irtibat teknikleriyle elde ettiği dokümanlar arasında bu konuyla ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler vardır. Bir fikir vermesi için hiç değilse birkaç tanesini sıralayalım:

    Doğa güçlerinin, böyle ışınları ve etkinlikleri bir merkezde toplayan kristaller içinde biriktirilmesiyle, gemileri yalnız deniz üslünde değil, havada da sevk ve idare etmeye başladılar. Ayrıca insan sesinin ve vücüdunun bir yerden bir yere naklini sağladılar.

    Ateş Taşı" bugünkü deyişle amyantı andıran bir maddeyle yalıtılmış olan bir binanın merkezindeydi. Binanın taşın yukarısında kalan kısmı oval biçimindeydi.

    Belli açılarda kendi ekseni üzerinde hareket edebilen bu kubbe hem doğa enerjisini hem de kozmik enerjileri "Ateş Taşı"na aktarmaktaydı.

    Sonsuz enerjinin konsantrasyonu için hareket edebilen bir kubbeydi. Bu kubbe uzayda sevk edilen gemilere direkt enerji uygulamasında araya hiçbir engel girmemesi yani gemilerin hep görüş alanı için de kalması için raylar üzerinde yer değiştirebilecek tarzda inşa edilmiş bir kubbeydi. Taşıtların sevki, bugün radyo titreşimleri sayesinde uygulanan uzaktan kumanda yöntemini andıran indükleme yöntemiyle yapılıyordu. Yani taşıtlar, enerji istasyonunun merkezine yerleştirilmiş bir taşın ışınlarının gemiye konsantre edilmesi yoluyla sevk edilmekteydiler. Taşın hazırlanması devrin inisiyelerine düşerdi.

    Taş ışınlarının uygulanmasıyla yanan bir tür ateş sayesinde insanların vücutları şifa buluyor, hatta mucizevi bir gençleşme meydana geliyordu. Boylece beden sık sık gençleşiyordu. Psişik güçler üzerinde de bu enerjilerin büyük bir etkisi vardı.

    Doğa enerjilerine de etki edebilmekteydiler demiştik. Edgar Cayce'nin aktardıklarından arada bazı hataların da yapılmış olduğunu anlıyoruz.

    Bunlar kazara, yani yanlışlıkla çok yüksek frekanslara ayarlanınca, ikinci deprem döneminin başlamasına yol açtı.

    Atlantis'in son döneminde ellerindeki bu imkanları negatif alanda kullananların çıktığı ve böylelikle doğanın dengesinin bozulduğu birçok ezoterik kaynak tarafından dile getirilmiştir. Bu imkanları negatif alanda kullananları ezoterik kaynaklar Belial'in Oğulları olarak nitelerler. Edgar Cayce ise bunlara "Şeytan " anlamına gelen "Satan Oğullan " ismini vermiştir."

    Hikayede anlatılan bu kısma dikkat edin, Belial'in Oğulları ile ilgili asıl teorimi birazdan söyleyeceğim çünkü.

    "Bu merkezlerin "Satan Oğullan" tarafından kullanılması volkanik püskürme ve depremlere yol açtı. 'Satan Oğulları' sözkonusu enerjileri yıkıcı güçlere dönüştürmüşlerdi. Böylece yeraltında, yerin derinliklerinde büyük patlamalara yol açtılar. Doğanın güçlü enerji deposundan gelen büyük volkanik patlamalar ve depremler sonucu kıta önce beş adaya bölündü.

    Edgar Cayce bir zamanlar Atlantis'te kullanılan bu enerji merkezleriyle ilgili bilgilerin halihazırda üç yerde bulunduğunu ve gelecekte bunların ortaya çıkacağını ileri sürmektedir.

    Ateş Taşı'nın yapımına ilişkin dokümanlar hali hazırda üç yerde mevcuttur:

    1- Atlantis'in Poseidia bölgesinin günümüzde su üstünde kalmış bulunan Bimini Adası yakınında.
    2- Mısır'da
    3- Meksika'da...

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/190154/+
    Belial'in Oğulları'nın (Satan Oğulları) dünyanın dengelerini bozan girişimleri, onlara verilen kozmik bilgeliği kötüye kullanmaları; bu öğretinin kaynağı Mu'nın yokoluşuna sebebiyet vermiş ve adeta şükran duyması gerekilen kişileri arkadan vurmuşlardır... Toparlayacak olursak; Belial'in Oğulları, kötülüğe hizmet eden bir kutuptur, Bir'in Oğulları'na karşı... "

    Burada dikkatimi çeken nokta, Belial'in Oğullarına karşı mücadele eden, Bir'in Oğulları. Bu isim size de bir şeyi çağrıştırmıyor mu? Özellikle islam inancında, sürekli vurgulanan "Allah Birdir" kavramını. Dini yada Tasavvufi konularda çok fazla bilgili değilim fakat, Tasavvufta da herşeyin aslında aynı şey, her şeyin bir olduğu gibi bir düşünce hakimdir. Yani burada Belial'in Oğullarına karşı mücadele eden, Bir'in Oğulları aslında böyle bir düşünceyi savunuyor olabilir. Eğer gerçekten, Atlantis ve Mu kıtası var olduysa, mutlaka onlarada peygamber(ler) gönderilmiştir diye düşünüyorum. Ve Bir'in Oğulları olarak bilinenlerin de başında bir peygamber vardı belki de. Tabi bunları söylüyorum fakat kesinlikle, böyle olduğunu iddia etmiyorum sadece olasılıklardan söz ediyorum. Ve geldik illuminati ile bağlantısına, o zamanlar Belial'in Oğulları olarak bilinen, günümüzde illuminati ismi ile bilinenler olabilir mi?

    Amaçları doğrultusunda böyle bir bağlantı kurmanın yanlış olmayacağını düşünüyorum. Ayrıca eğer piramitleri inşaa edenler, atlantis ve mu kıtasından göç eden belial'in oğulları ve bir'in oğulları ise, illuminati ve piramitler arasında ki bağlantı da bu şekilde açıklanabilir. Ayrıca birazdan, dünyanın her yerinde inşaa edilmiş olan piramitlerle ilgili teorimide size sunacağım. Şimdi tekrar hikayeye dönecek olursak;

    "Atlantis'te bunlar yaşanırken, Mu Kıtası'ndan çevre kıtalara göçler de başlamıştı. Mu'nun önde gelen ırklarından biri olan Nagalar önce Burma'ya oradan da Hindistan'a, sonrasında ise iki kola ayrılarak bir kol Babile diğer bir kol ise Kızıldeniz üzerinden Yukarı Mısır diye tabir edilen Afrika'nın Kuzey Doğu'sundaki Kızıldeniz kıyılarına yerleştiler. Eski tarihi kayıtlarda bu bölge Maiu olarak isimlendirilmişti. Yukarı Mısır'daki Nübye'de yer alan Maiu, bu günkü Suakin kentinin yakınlarında, Kızıldeniz kıyısındadır.

    Bu bölgelerde yerleşim birimlerinin kurulduğunu, hem Mısır kaynakları hem de Hint kaynakları teyid etmektedir.

    Bazı Yunan tarihçilerinin ve filozoflarının Mısırlılar Hindistan'dan gelmiş kolonicilerdir demelerinin altında yatan gerçek işte budur.

    Kitaplarını Hindistan'daki çeşitli gizli mabetlerdeki kayıtlardan yararlanarak kaleme aldığı bilinen dünyaca ünlü Hint tarihçisi Valmiki de, bu konuda son derece açık anlatımlarda bulunmuştur. Örneğin Rişi Mabedi'nin gizli kayıtlarından aldığı bir alıntıda şöyle der: Hindistan'dan gelen Mayalar Mısır'da bir koloni kurdular ve buraya Maiu adını verdiler.

    Ramayana isimli ünlü eserinde ise daha ayrıntılı bir bilgi verir: Naakaller önce Hindistan'ın Dekkan bölgesine yerleştiler. Sonra da dinlerini ve bilgilerini Babil ve Mısır kolonilerine aktardılar.

    Kısaca özetlemek gerekirse: Mısır topraklarına ilk ayak basanlar Mu kolonilerinin Naga koluydu. Nagalar Mu'da Naakaller olarak isimlendirilmekteydi. Bu nedenle eski tarihi kayıtlarda bazen Nagalar bazen ise Naakeller olarak bu toplum isimlendirilmiştir.

    Mu Kıtası batmadan önce gerçekleştirilen bu göç Mısırlılar'ın atalarını oluşturdu. Ancak Mısır, hem bu dönemde hem de Atlantis'in batışına yakın dönemlerde yoğun olarak Atlantis'ten de göç almıştır. Bu nedenle Mısır halkının ataları dediğimiz zaman hem Mulular'ı hem de Atlantisliler'i bir arada ele almak gerekir.

    Mısır toplumu o topraklarda sıfırdan başlayarak gelişim gösteren bir uygarlık değil, yapılan göçlerle gelişmiş bir kültürün buraya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir ülkedir. Hatta bir değil birbirine son derece benzeyen iki kültürün: Mu ve Atlantis Kültürü'nün..."

    Burada tekrar araya girerek bir şey belirtmek istiyorum. Hepinizin bildiği birisinin, piramitlerle ve kadimler(Atlantis ve Mu) ilgili söylediği şöyle bir söz var;

    Bizim bilmediğimiz bazı sırlara eskilerin sahip olduklarını kabul etmek zorundayız. 600 Tonluk bazı taş blokların üst yüzeylerinin dışa doğru kubbeleşmiş olması dikkati çekiyor. Bu ancak muazzam bir çekim veya emme kuvveti ile meydana çıkabilecek bir fenomendir. Albert Einstein
    "Mu Kıtası'nın sulara gömülmesinden bu yana binlerce yıl geçmişti... Mu'nun batışından sonra Mu Kültürü uzun bir süre Atlantis'te yaşatılmaya devam etti. Bu süre içinde dünyanın kalbi Atlantis'ti... Mu'nun sırları, Atlantis'ten çevre kıtalara yapılan göçlerle taşındı... Bizim kıtalarımızdaki çeşitli yörelerde merkezler oluşturuldu.

    Bu merkezlerden en önemlilerinden biri Mısır'dı. Mısır tam anlamıyla Atlantisliler'ce kuşatıldı. Bölgeye çok önce gelen Mulular zaten burada uygun bir zeminin oluşmasını sağlamışlardı. Bu da Atlantisiler'in işini hayli kolaylaştırdı.

    Yıllar süren göçler Mısır'ı adeta küçük bir Atlantis'e çevirdi. Orjinali Atlantis'te olan ve sırların merkezi konumundaki Yüce Piramit'in bir benzeri Mısır'da da inşa edildi.

    Ancak ortada çok önemli bir sorun vardı... Dünya'nın kapısını yeni bir doğal afetler zinciri daha çalmak üzereydi... Elde edilen tüm bulgular bu seferki yıkımdan en çok zarar görecek bölgelerin başında Atlantis Kıtası'nın geleceğini gösteriyordu... Fakat ortada bir başka sorun daha vardı...

    Mu Kıtası'nın batışından sonra geçen süre içinde Atlantis'te "Osiris Öğretisi" adı altında yaşatılmaya devam eden Mu'dan gelen kozmik kökenli bu öğreti, ikiye ayrılmış durumdaydı. "Bir'in Oğullan" ve "Belial'in Oğullan" adı altında ikiye ayrılan Atlantisliler, kendi aralarında önce zıtlaşmayla başlayan ve sonrasında çatışmaya hatta kıta içinde büyük bir savaşa dönüşen bir kutuplaşmanın içinde bulunuyorlardı."

    insan bedeninde nasıl ki enerji giriş ve çıkış noktalan varsa, Dünya'nın da buna benzer şakraları vardır. Atlantisliler Dünya'ya ait güç akımları başta olmak üzere, belirli kozmik güçlerin mahiyetini ve nasıl işlediğini biliyor ve bunları dikkatli bir şekilde yaşamlarının çeşitli alanlarında kullanabiliyorlardı.Çeşitli doğa olaylarına da bu güçler sayesinde müdahale edebiliyorlardı. Jeofizik afetlere karşı da bu güçlerden yararlanıyorlardı. Belirli yerlere diktikleri piramitler bu alanda da önemli bir fonksiyon görmekteydi.

    Ancak şimdi durum çok değişmişti. Her iki grubun da ellerinde bulunan kozmik kökenli bilgiler ve sırlar farklı amaçlarda kullanılmaya başlanmıştı. "Bir'in Oğulları" adı verilen grup Osiris Öğretisi'ne ilk günkü safiyetiyle bağlı kalmış, buna karşın "Belial'in Oğullan" ise bu bilgileri ve bu bilgilerden elde ettikleri psişik - majik güçlerini negatif alanlarda kullanmaya başlamışlardı.

    Böylelikle Dünya üzerinde ilk kez kara maji uygulamaları ortaya çıkmış oluyordu. Kozmik kökenli bilgilerden elde edilen psişik güçler ve buna bağlı olan majik uygulamaların negatif alanda kullanımı öncelikle dünyanın aurası üzerinde çok ağırlaştırıcı bir etkiye neden olmuştu. Kara maji uygulamalarından ortaya çıkan negatif yüklü enerjiler, Dünya'yı adeta "kara bir bulut" gibi her geçen gün biraz daha kaplıyordu.

    Bu, daha sonraki yüzyıllarda etkilerini bizim devremiz insanlığına da taşıyacak olan, çok önemli bir yol ayrımının başlangıcıydı.

    Psişik güçlerin negatif alanda kullanımı o denli ileri bir boyuta ulaşmıştı ki, bu tekniklerden yararlanılarak, yerkürenin tektonik güçleri bile faaliyete geçirilebilmekteydi. Ancak bütün bu yapılanların Yerküre'nin dengesini nedenli bozduğu hiç hesap edilmiyordu.

    Belirli periyotlarla Dünya üzerinde yaşanan kozmik kökenli bazı doğal afetlere, bir de bu etkenler ilave olmuştu. Kaçınılmaz son tüm gücüyle geliyorum diyordu...

    Atlantis'deki Osiris Rahipleri yaklaşmakta olan felâkete karşı halkı uyarmak için her yolu deniyorlardı.

    Eski Mu Külütürü'ne sadık kalan Osiris Rahipleri kendi aralarında yaptıkları son toplantıda yaklaşmakta olan büyük yıkımı tüm ayrıntılarıyla ele almışlar ve yapılması gerekenleri birkaç ana başlıkta toplamışlardı:

    1- Halihazırda "Osiris Öğretisi" adı altında varlığını sürdüren Mu Kültürü'nün gelecek kuşaklara her ne şekilde olursa olsun aktanlmasına olanak sağlanmalı ve dünya üzerinden tamamen kaybolmasına izin verilmemeli.

    2- Daha önce Mu'nun Naakal rahiplerince oluşturulan gizli yeraltı merkezleriyle irtibata girilmeli ve bu merkezlerin yeni kurulacak merkezlerle irtibatlandırılması sağlanmalı.

    3- Yaşanacak afetlerden kısmen daha az etkilenmesi beklenen çevre kıtalardan Amerika ve Afrika'nın Kuzey bölgelerindeki tespit edilen yörelere sürdürülmekte olan göçler yoğunlaşırılmalı ve mümkün olduğunca halkın büyük bir bölümünün buralara göç etmesi için her türlü imkân seferber edilmeli.

    Ve bütün bunlar olabildiğince çabuk gerçekleştirilmeliydi. Çünkü yaklaşmakta olan felâketler zincirine fazla bir zaman kalmamıştı.

    Ancak kıtalarının batmayacağına inanan "Belial'in Oğullan" buna gerek olmadığını ileri sürüyorlardı. Beklenen doğal afetlerin kıtalarını kesinlikle batırmayacağından emindiler. Örnek olarak da daha önce Mu Kıtası'nın batışına neden olan doğal afetlerde Atlantis'in batmamasını gösteriyorlardı.

    Evet... Atlantis'in belli bir bölümü parçalanarak sulara gömüldüyse de tamamen ortadan kalkmamıştı. Ancak bu sefer tehlikenin merkezinde Atlantis vardı. Çünük tektonikaktivite hissedilir bir şekilde dengesizleşmiş durumdaydı. Ama Belialin Oğulları için korkulacak bir şey yoktu!...

    Başını rahiplerin çektiği bu iki grubun çevresinde halk tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumdaydı. Fakat bu bölünüş yarı yarıya değildi. ibre "Belial'in Oğulları"ndan yana daha ağır basıyordu. Halkın yarıdan çok daha fazlası "Belial'in Oğullan"nın yanında yer almıştı... Vatanlarından ayrılıp herşeye yeniden başlamanın zorluğu da buna eklenince, halkın büyük bir bölümü ilk başta göç etmek istemedi.

    Ta ki, felâketler bir biri arkasına gelmeye başlayıncaya kadar... Atlantis büyük sarsıntılarla parçalanmaya başlamıştı... Sonunda "Beliarin Oğulları" da göç etmekten başka bir şanslarının kalmadığını farkettiler...

    Atlantisliler kıtalarının tamamen sulara gömülmesinden önce her iki grubun temsilcileri çevre kıtalara göç ettiler.

    Avrupa üzenden Orta Asya'ya kadar göçler düzenlendi. Ancak en fazla göç alan topraklar Amerika Kıtası oldu. Amerika Kıtası'na her iki grubun temsilcileri de gelerek yerleşim birimleri oluşturdular.

    "Belial'in Oğullan" ve yandaşları yoğun olarak Kuzey Amerika topraklarına yerleştiler. Daha sonraları tarih kitaplarımızda karşımıza çıkacak olan Aztekler'in atalarını oluşturdular ve burada da Kara Maji uygulamalarına devam ettiler.

    Buna karşılık "Bir'in Oğullan" Orta Amerika'yı tercih ettiler. Çünkü bu bölgeye ve bu bölgenin daha Güney uçlarına daha önceleri Mulular tarafından göçler düzenlenmiş ve Mayalar adı altında bir yerleşim birimi oluşturulmuştu. "Bir'in Oğullan" bu bölgede kendilerine kolaylıkla bir yer edinebildiler.

    Belial'in Oğulları'na bağlı grupların Mayalar'ın bulunduğu bölgenin Kuzey kısımlarına yerleşmeleri, Orta Amerika'da bulunan Mayalar'dan çok farklı bir toplumun Kuzey Amerika'da ortaya çıkmasına neden olmuştu... Günümüzde Amerika Kıtası'nın yerlileri olarak nitelendirdiğimiz Aztekler ve Mayalar'ın temelde birbirlerine benzeseler de birçok noktada ayrı özellikler göstermelerinin nedeni işte buna dayanıyordu... Örneğin, Mayalar'da insan kurbanlarının görülmemesine karşın Aztekler'de inanılmaz boyutlara ulaşan insan kurban edilişinin nedeni de, bu göçlerdeki farklılıklara bağlıdır."

    Belial'in Oğulları ŞAMBALA'yı kuruyor...
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/190155/+

    "Belial'in Oğullan'nın başını çeken rahiplerin önde gelenleri, sahip oldukları gücü daha da artırmak ve etkilerini daha geniş alanlara yayabilmek için, Avrupa'dan Orta Asya'nın içlerine ve Tibet'in dağlık kesimlerine kadar gelip buralarda gizli yeraltı tüneller sistemleri ile bağlantılı gizli tarikatlar oluşturdular. Bu oluşturulan gizli yeraltı tarikatı, örneğini daha önce Mulular tarafından oluşturulan gizli yeraltı ezoterik merkezi Agarta'dan almıştı.

    Böylelikle daha önce Mu'dan gelen Naakal rahiplerince kurulan merkeze alternatif olarak, bir başka merkez daha kurulmuş oldu. Bu merkez daha sonraları Ezoterizm'de Şambala olarak anılmaya başlandı.

    Zaman zaman günümüzde yayınlanan bazı kitaplarda Agarta ile Şambala'nın sanki iki ayrı merkez değil de, tek bir merkezin iki ayrı ismiymiş gibi kullanılması, bu her iki grubun da köken itibariyle aynı sırlara sahip olmasından kaynaklanmıştır. Ancak arada önemli bir farkın olduğu, bazen bilerek bazen de bilmeden göz ardı edilmiştir. Bu iki grubun en büyük ortak noktası her ikisinin de Atlantis'ten gelmiş olmalarıydı. işte bu nedenle bazı yazarlarca, bu grupların birbirlerinden bir farkının olmadığı düşünülmüş olabilir. Ancak bu merkezlerden biri pozitif alanda diğeri ise negatif alanda faaliyet göstermekteydi... Ve bu, günümüze kadar böyle devam etmiştir!... Bu merkezler bizim devremizde çok önemli fonksiyon görmüşlerdir. Özellikle de Şambala..."

    Demir Çağı için ŞAMBALA'ya ihtiyaç vardı!...
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/190156/+

    "Bu ara da başlığımızın ifade ettiği anlam ilk başta biraz tuhaf gelebilir. Evet, Demir Çağı için Şambala'ya ihtiyaç vardı. Şimdi hem anlatılması, hem de anlaşılması oldukça zor olan bu konuyu çeşitli açılardan ele alarak, elimizden geldiğince anlaşılır bir şekilde açmaya çalışalım:
    Şambala ve Agarta ile ilgili yayınlanmış ve kaynak gösterilebilecek oldukça az sayıda kitap vardır. Bu konuyla ilgili elimizdeki bilgi ve belgelerin büyük bir bölümü Ezoterik Öğretiler'den elde ettiğimiz bilgilere dayanmaktadır.

    Ancak az sayıda da olsa bazı yazarlar Şambala konusuna değinmekten çekinmemişlerdir. Çekinmemişlerdir diyorum çünkü çekinmelerini gerektirecek bir meseleyle karşı karşıya olduklarını biraz sonra siz de yakından farkedeceksiniz!...

    Bu konuda bazı açıkalamalar yapabilen ender yazarlardan biri Jacques Bergier'dir. "Les Livres Maudits" isimli kitabında bu konuyla ilgili olarak Jacques Bergier, Şambala'nın uzantılarına "Kara Tarikat Üyeleri" tanımlamasını getirmiş ve bu tarikatın amacını şöyle açıklamıştır: insanları bilgelikten uzak tutmak, cahil bırakmak ve bir takım sırlarla insanların karşılaşmalarını önlemek amacıyla büyük bir organizasyon kurulmuştur. Bu organizasyonun üyeleri tüm dünyaya yayılmış durumdadır. Bu tarikat ezoterik bilgileri ve belgeleri yöntemlice yok etme konusunda büyük bir başarıya ulaşmışlardır. Bu kara cüppelilerin uygarlık kadar eski olduklarıyla ilgili elimizde ciddi deliller bulunmaktadır."

    Daha önce de bahsettiğim gibi Belial'in oğulları'nın kurduğu, Şambala'nın uzantılarına "Kara Tarikat Üyeleri" demiş adam. Ve amaçları yukarıda gördüğünüz üzere, illuminati ile büyük ölçüde benzerlik gösteriyor.

    "Evet, gerçekten de, "Kara Tarikat Üyeleri"nin uygarlık tarihi kadar eski olduklarıyla ilgili elde ciddi deliller bulunmaktadır. Elimizdeki bulgular, "Kara Tarikat Üyeleri "nin bizim devremize ait uygarlık tarihi içindeki her dönemde etkin bir rol oynadıklarını göstermektedir. Bunları maddeler halinde aktarmak bile birkaç kitap konusu olacak kadar çoktur.

    Şambala'nın tarih içinde; geçmişten günümüze kadar yaptığı inanılmaz komploları ve dünyadaki hangi grup, kurum ve kuruluşlarla hatta devlet yöneticileriyle irtibata girdiklerini belgeleriyle ortaya koymak mümkündür. Bunların birçoğu bilinmektedir. Ancak bunların çok küçük bir kısmı kamuoyuna duyurulmuş durumdadır.
    Şimdi izninizle kanıtlara geçelim."

    Günümüzde Atlantis...
    "Kayıp Atlantis Kıtası'nın varlığını bilimsel olarak kanıtlamaya çalışan pekçok bilimadamı, günümüzde önemli bulgulara ' ulaşmışlar ve bunların çoğunu basın yoluyla dünya kamuoyuna duyurmuşlardır

    1997'den heri Bimini'de arattırma yapan Miami Ejiptoloji Derneği, Atlantis'in kalıntıları olduğu iddia edilen 'Scott Taşları'ndaki son durumu anlatıyor" üst başlığıyla duyurulan haber, "Bimini'de Atlantis izleri" başlığı ile basında yer almıştı.

    işte bu konuyla ilgili geçtiğimiz yıl basında çıkmış olan haberi sizlere olduğu gibi aktarıyoruz."
    5 ...