bunun sebebini anlamak için, üniversite hocalığı için geçen süreci irdelemek lazım.
aga şimdi üniversiteyi bi şekilde bitiriyorsun. yüksek lisans diye bi şey var ona başlıyorsun. daha ilk yılında, derslerine giren hocalar, senin konuyla ilgili her boku bildiğini varsayarak ders veriyorlar. ola ki ben bunu bilmiyorum, ben bunu anlamadım dedin. aha işte orada sıçarsın. o zaman nasıl bitirdin üniversiteyi, bunları bilmiyorsan ne yapmaya geldin buraya lafları arasında kafan bi posta sikiliyo. kasıyosun bu sefer lisanstayken üstün körü öğrendiğin bilgileri ezberlemeye. ha bu arada araştırma falan yapıyorsun, makale falan da hazırlıyorsun. ders süreci bu şekilde geçiyor.
tez aşamasına geldin miydi, esas bombardıman başlıyor. sana veriyorlar bir konu, diyorlar ki, bunun üzerinde araştırma yap. başına da veriyorlar kırık bir danışman hoca, onla da ayrı uğraşıyorsun. araştırma yapıyorsun, kaynak topluyorsun, danışmanın beğenmiyor. diyor ki yabancı kaynakta bul. onu da buluyorsun getiriyorsun, eh fena değil diyor. başlıyorsun yazmaya. lakin üniversitede sana bir eser nasıl meydana getirilir öğretilmemiş ki. kafana göre yazıyorsun işte. danışmana gösteriyorsun, beğenmiyor baştan yaz diyor. baştan yazıyorsun, gene beğenmiyor. alıntı yapıyorsun, kopyala yapıştır yapma kendi fikirlerini yaz diyor. kendi fikirlerini yazıyorsun, sen kimsin ki, konu hakkında fikir beyan ediyorsun diyor.
neyse böyle böyle tezini tamamlıyorsun. sırada tez savunması var ki hayatta yaşanabilecek en boktan anlardan biridir. 2-3 yıllık çalışmanın karşılığını alıp alamaman, başlıkta bahsedilen bu kibirli adamların dudaklarından çıkacak tek bir söze bakıyor. olmamış derlerse öyle büt falan yok, direkt şutluyorlar. neyse, sen tezini anlatıyorsun, başlıyorlar sormaya. ama ne sorular. sanki ölmüşsün de ahirette hesap veriyorsun. soruların yarısı zaten tezinle alakalı değil. bi yerden sonra otomatiğe bağlanıyorsun ve evet-hayır diye cevaplar veriyorsun sadece. savunmanın sonunda seni dışarı çıkartıyorlar, biz kendi aramızda bi konuşalım diyolar. dışarda 5 dakika bekliyorsun. ama o beş dakika beş saat gibi geliyor. karnın ağrıyor, çişin geliyor, miğden bulanıyor, saçlarının beyazladığını falan hissediyorsun. beş dakka doluyor, giriyorsun içeri. diyorlar ki, tezin başarılı. çok mutlu oluyorsun, diyorsin ki tamam, ben bunu da atlattıysam daha bana bi şey olmaz.
yetti mi peki? tabi ki hayır. bu sefer doktora diye bi şeye başlıyorsun. yüksek lisansın daha ağırı. senden yine her boku bilmen bekleniyor. misal, 2007 yılında türkiye'de faal nüfus içinde kadınların işsizlik oranını bilmen gerekiyor. öyle ortalama bir rakam da veremezsin. direkt virgüllü mirgüllü tam oranı söyleyeceksin. yoksa sıçtın. en acı olan da, karşındaki profun sana sorduğu sorunun cevabını kendisinin de bilmiyor olması. önündeki kağıttan bakıyor lavuk. yüksek lisansa benzer bir süreci geçirip, bir de doktora tezi yazıyorsan. bu sefer, yüksek lisanstakinden daha fazla sikiliyor hayatın. böylece doktoradan da mezun olup doktor ünvanı alıyorsun.
güç bela, torpille morpille bir üniversiteye giriyorsun. basit bir öğretim görevlisisin hala. diyorlar ki yard. doç olman lazım. ne lazım diyorsun. diyolar ki çalışmak. gece gündüz araştırma yapıyorsun, makale yazıyorsun, kitaplara katkı yapıyorsun, yazdıklarını yabancı dergilerde yayınlatmak için ayrıca uğraşıyorsun, yard. doç. sınavına giriyorsun, ınu da kazanıyorsun ve böylece üniversite hocalığı içinde ki en düşük makama sahip oluyorsun.
ha tabi bu arada uğraşman gereken öğrencileri, senin üstünde yer alan hocalara yapman gereken yalakalıkları falan hiç saymıyorum.
bundan sonra, doçentlik sınavı var tabi ki, o yard. doç. sınav sürecinden çok daha ağır geçiyor.
şimdi elimizi vicdanımıza koyalım sayın sözlük yazarları, bu adam kibirli olmasın da kim olsun. adamın hayatı sikilmiş lan o makama gelmek için, it gibi çalışmış, yalamadık göt bırakmamış.
sen kimsin? basit bir öğrenci. ne biliyorsun? hiç.