bu hafta sonu bir sebepten ötürü istanbul'a gittim. sabahın köründe (6 gibi oluyor) kendimi taksim meydanında buldum. bu saatte burda ne yapacağım diye düşünürken bir baktım geceden kalma bir sürü insan. hani istiklal'in taksim'in bilinen o tıklım tıklım hali değil ama sabahın o saatine göre de hatırı sayılır bir insan kalabalığı var. neyse efendim ben de fırsattan istifade hep gözüm ilişen ve fakat bir türlü adam akıllı inceleyemediğim istiklal caddesi üzerindeki eski yapıları seyre dalayım dedim. fakat şansım yoktur zira ben doğarken memleket en büyük sel felaketini yaşamış. anneme, hala ne zaman sorsam, "anne ben ne zaman doğdum" diye, annem; oğlum senin doğduğun gün şu nehir taşmış 3-5 kamyonu önüne alıp sürükleyip yok etmiş bir kaç köprüyü yerinden sökmüştü der. ne diyorduk işte istaklal caddesinde de yaşanan hemen hemen buydu. ben gittim yağmur bastırdı. neyse efendim baktım istanbul insanı böyle şeylerden etkilenmiyor ben de etkilenmeme kararı aldım ara sıra açık bulduğum mekanlara sızarak dinleme fırsatı yakaladıktan sonra tekrar kendimi yağmura ve sokağa atıverdim, ıslandım ama bir güzel de gezinmiş oldum. ama bu yağmurlu günü fırsata dönüştüren gayet zeki yurdum insanları da vardı.
diyebilirim ki, köşe başlarında duran şemsiye satıcıları o günün hava koşullarını fırsat bilip zengin oldular (çünkü herkes yağmura şemsiyesiz yakalanmıştı yılın ilk yağmuru böyle bir şey). şeffaf naylondan yapılmış tanesi 5 türk lirasından satılan bu gayet kötü şemsiyelere verilen 5 tl o an ki koşulları düşününce 10 tl'de olsa alınır diyorsun.
neyse saat 8'i biraz geçince (günlerden pazar) geceden kalanlar yerini sabahçılara bıraktı. ben de bütün her yeri gezinip gördükten sonra kendime uygun bir sundurma bulup etrafı seyretmeye başladım. bir ara ulan acaba yabancı bir ülkeye mi geldim? diye düşündüm. çünkü neredeyse herkes yabancı. orda kendi köşemde bakınıp dururken yaşlı, kendi halinde koluna 5-10 şemsiye takınmış bir amcaya gözüme ilişti. şemsiye, şemsiye, şemsiye kelimesi ağzından aynı aralıklarla ve aynı ses tonuyla şaşmadan hareket eden bir saattin tiktakları gibi çıkıyordu. ilk etapta benden biraz uzak bir mesafede duran bu amca ilerleyen dakikaların netcesinde yavaş yavaş yanıma sürüklenmeye başladı. ben yine amcaya bakınıyorken tam o esnada ileriden gelen 2 kişi amcaya yanaştı ve yabancı bir lisanda bir şeyler sordular. amcada cevapladı. hoştu beşti adam şemsiyeyi açtı kapadı, baktı, salladı yan çevirdi, üstten baktı ve fiyatını sordu. amca fiyatı da söyledi. anlaştılar. adam parayı uzattı şemsiyeyi aldı. amca cebinden paranın üstünü çıkarıp uzatırken (ki zaten bizim memleket sorma hadisesi tam böyle onlarda durdurulması mümkün olmayan bir şiddetin sarmalıyla peyda oluyor) ispanyol musun? italyan mısın diye sordu? adam parayı aldı yanındaki genç ve güzel kadın soruyu cevapladı. italyan deyip gittiler. genç ve güzel kadına gelince gerçekten genç ve güzeldi bir kaç bakışta almadım değil * . italyandı. gerçi o sundurmanın altında dururken gelip geçen her kadın baktı nerdeyse. muhtemelen evsiz kaldığı, sokağa atıldığımı düşnüdler.
son olarak konuya dönecek olursak tamam biz de memleket sormak gelenektir. birbirimize sorarız ama elin itkalyanına soracağımız hiç aklıma gelmezdi.