türkiye'nin ortadoğu ile avrupa arasında, müslüman ama modern aynı zamanda ılımlı tampon bir devlet olarak kalması, işlerine daha çok geliyor. avrupa'nın karmaşa içerisinde bir bölge ile sınır oluşturması pek de cazip gelmiyor onlara. bence, işin stratejik boyutu bu.
avrupa'da, örneğin; inşaat sektörü gibi kimi lokomotif sektörlerde, üretim maliyetleri çok yüksek. kendi korumacı yasaları sayesinde bu sektörlere, rekabet etmeksizin ya da ciddi maliyet farklılaşmaları olmaksızın, diğer bir ifade ile ciddi anlamda rekabet koşulları oluşmaksızın iş imkanları yaratabiliyorlar. ancak, türkiye'nin avrupa birliğine alınması durumunda, bu yüksek maliyetlerle rekabet edebilme şansları kalmayacağından korkuyorlar ki bu, pek de yanlış düşünce değil. avrupalı devlet yöneticilerinde, az çalışarak refah içerisinde yaşamaya alışmış avrupa insanı, çok çalışıp az paraya kanaat edebilen türk insanı karşısında işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya olacak ve bu durum toplumsal bir kaos yaratacak korkusu var. bu da işin sosyo-ekonomik boyutu.
özellikle muhafazakarlar ve hristiyan demokratlarda, tüm bunlara bunlara ilave olarak, milliyetçi ve din temelli bir karşı duruştan da söz edebilmek mümkün, şüphesiz. bu karşı duruşu, papalık ve dinsel kuruluşların körüklemekte olduğu da tartışmasız bir gerçek.
sonuç olarak, türkiye'nin avrupa birliğine tam üyeliğinin gerçekleşemiyor ya da gecikiyor olması, stratejik, sosyo-ekonomik ve kültürel olmak üzere, bir çok nedene dayanıyor. önümüzdeki yıllarda pek de beklenmeyen çok önemli tarihi gelişmeler olmadığı taktirde avrupa, bu ayak diremeyi oldukça uzun bir süre devam ettirecek gibi görünüyor. En azından, 2025'lere kadar.