senaryo ve yönetmenliğini aytaç ağırlar ın yapmış olduğu, yaşanmış bir konuyu sinema ekranlarına taşımış, hüzünlü bir bakış açısı ile yansıtılmış 2011 çıkışlı bir türk filmidir. aşk ın sırf sevişmeden ibaret olmadığını anlatması da filme ayrı bir güzellik katmaktadır. duygu yüklü sahneleri ile izlemeye değer.
--spoiler--
filmimiz güzeldi. (nokta!) bir hisse, bir hissiyata sevdiğinden ayrı düşmeyi, ve düşmeyi anlatan filmdir. düşüş benim için öncelikle bir albert camus sözü, çok afedersiniz. düşüş çok da anlamlı olmayan bir yaşamin gerçeği. insanlar, örneğin sözlük okurları, hayatlarının bir kısmında bu duyguya denk bir şeyi mutlaka yaşarlar. yani hayatta değer verdiğiniz tek şeyin çekip gitmesi durumuna denk bir şeyi yaşarlar. kiminin kedisi ölür, kiminin gözü gibi baktığı telefonun camı kırılır. çok da önemli değildir sebep, önemli olan sizin o gül'ün yetişmesi için harcadığınız zamandır, gülü güzel kılan; sizin o telefona yüklediğiniz angry birds'dir belki de sevgili okur. düşüşün varlığını ve mutlakiyetini ve kaçınılmazlığını teşhis ettik. filmimize geri dönelim.
*
filmimiz ayrılık ertesindeki ruh halini anlatarak insanın içine dokunmayı başarmakta. ayrılığın ardından eskiden kalan bir parça eşya, bir anlamsız söz, bir mekan, bir koku, bir tamamlanmış beklenti gibi şeyler başa bela olabilir; sözel ifade kabiliyeti yüksek bir sevgiliyse sizin durum ciddi belalı olabilir. film kahramanimız eskiyi yaşatmak için çabalarken, eskiyi ölümsüz kılabileceğini fark etti. belki de umut ederek kavuşmayı, filmini çekti. film çekiminin öncesinde ev ruh halini, duvarlardaki post-it'lerdeki beynin içindeki izleri ve dışarıyla temasının kesilmesi de o duyguya hapis kalmasını işaret ediyordu. bu noktada being john malkoviche bir benzetme yapabilirim diye düşünüyorum. duyguyu yaşatma çabası da orhan p.'nin masumiyet müzesini andırıyordu.
*
kızımızın sevdiğini hastalığından koruması, selvi boylum al yazmalımdaki sevdiğini sevmesine rağmen ona varamayan türkan şoray'ı düşündürdü. tek farkla türkan şoray'ın sevdiği hayırsızdı ama sevmişti bir kere, bizim kızın sevdiği hayırlısıydı(!) ama varamıyordu sevmesine rağmen, onun yerine alışkanlıkları, emek-çabayı seçti türkan yani kendi ölümünü, kızımız da aynı şekilde.
*
ölümlü bir dünya algısı dünyayı kurtaracak diye düşünüyorum. ölüm kaçınılmaz bir son ise bu son anlamsız kılıyorsa öncesindeki her türlü ilişkiyi, o zaman hayatın her anı sanki ölümün bir adım ötesinde gibi yaşanmalı, her an bir adım öncesindeyse ölümün her adımın kıymeti ölümün bir adım sonrasında var olmasından gelmeli ve hayatın tamamı anlam kazanmalı, ölumden geriye gidilerek. ölümü çok büyük bir sorun yapan kızımız ve adamımız hayatı ıskaladılar belki. vebada yaşananları hatırlayalım oran şehrinde veba salgını patlak verince, oran şehri karantina altına alınır. hafta sonu gibi kısacık bir süre için şehir dışına çıkmak durumunda kalan sevgili ve eşlerin bir yarılari (biz bir elmanın iki yarısıyızlar) şehir karantina altına alınınca dönemezler geri. zamanla veba'nın tüm şehri salacağı ve ölümün şehirde kalanlar için kaçınılmaz olduğu anlaşılır. işte o noktada kimi sevenlerin diğer yarıları şehre döner, beraber bir ölüm için; kimileri dönmez. iki karar da yargılanmaz !
*
filmimizin güzel tarafları bana bir kaç kaan tangöze şarkısı çağrıştırması da oldu. kanıma karışmış kanın diyen tangöze'un bu sözü, gençliği tehlikeye sürükleyebileceği için kullanılmadığı için çok iyi olmuş.
*
son olarak bir sevenin sizi ölümsüz yapmak için çabalaması çok güzel. herkese çabalayan bir personal shakespeare dilerim.
--spoiler--