"ilk defa kediyle yaşayan biri, kedinin bunu acıktığı için yaptığını düşünebilir. kasesine yemek koyar ve bacaklarını kurtarır.
beni yazın ortasında kalın çorap ve tayt giyerek yaşamaya mahkum eden bu kedinin tırmalamaları, toplum arasına karıştıdığımda, beni düşündüğümden daha fazla etkilediğini gösterdi:
ayakta yolculuk ediyorum. karşımda genç bir çocuk, kolunun üstündeki şeyi üstüme fırlattığı anda çığlık atıyorum. korkup geri çekiliyor. neden? çünkü kendi odamdan çıktığımda bu kedi sıçrayarak bacaklarımın üst kısmına, olmadı ayak bileğime, en kötü ihtimal ayak parmaklarımdan en sağdakine yapışıyor. bir gün yürüyorum, "bu ayağım da neden bu kadar ağırlaştı ac" demeye kalmadan kedinin tırnaklarının o kalın çorabıma takılı olduğunu görüyorum. o genç arkadaşa da açıklamada bulundum, bir tek basın eksikti. dedim ki; "bizim evde küçük bir kedi var, sürekli bir yerden çıkıp saldırıyor da. montunuzu da zeytin sandım."
anlamayarak bakıyor ve yer değiştiriyor tabii. yabancı nereden bilsin; zeytin dedikleri bir siyah küçük kedi.
hâlâ acıkınca tırmaladığını düşünüp yemek koyuyorum önüne. bir de baksam karşıdan bacaklarıma doğru gelirken vücudunun altında bir torba sallanıyor. ne yapışmış, diye düşünürken fark ettim ki o bir göbek.
insan da kedi de şaşırmış.
tırmalanmaya alışmak için de alacaksın kucağına kediyi, önüne ciğer niyetine elini koyacaksın. tırnak, diş, dil; ne varsa orada bilemeye çalışıyor.
yorulmuyor..."
-kelebek ömrümde zeytin adında kara bir kediden öğrendiklerim, sayfa 65