düşününce affalıyorum, görüntüler nasıl net gelmiyor gözümün önüne?
buğday sarısı, orta anadolu tozu toprağı içinde, uçuşan eteklerini görüyorum, yüzü rüzgara dönük, ben sırtına bakıyorum. saçları toz toprakla beraber uçuşuyor, sıcak kasıp kavuruyor, beni yakıyor, ona hayat veriyor. garip.
oysa ki efsanevi görüntüler yaşamadık biz hayatımız boyunca. mutfak tezgahı yanında pür telaş sohbetlerimiz, pijamalar içinde son kalan cadı türlerinin dolaşık saçlarına sahip bir çift insandık, evin dört köşesinde, şehrin dört köşesinde, ülkenin dört köşesinde iki kişi olduk; kah beraber kah ayrı.
ama ayrılık bu kadar uzun olmamıştı.
günleri saydım da, tam 632 gün. tam 632 gündür özlüyorum seni.
söylemesi oldukça gurur kırıcı, ölümüne alıştım anne ama; hücrelerimdeki sen bazen o kadar dikenli oluyorsun ki, içten içe delicesine kanıyorum. ölmeden bir dakika önce her yerin nasıl kanadıysa öyle kanıyorum. ölmeden bir kaç dakika önce nasıl kırıldıysa kemiklerin, öyle kırılıyor kalbim. ve ölmeden bir kaç saniye önce nasıl ihtiyacın varsa bana, öyle ihtiyacım var sana.
şimdi sen söyle, hangimiz için adil bu hayat? hangimiz için adildi ve hangimiz için adil olacak?