uzun, çok uzun yıllar önce dünyanın herhangi bir yerinde çok güzel bir krallık varmış.
bu mutluluk tablosu her zaman olduğu gibi bazı kişileri rahatsız etmiş.
özellikle de yakınlarda bir yerlerde yaşayan kötü kalpli büyücüyü! kıskançlığın pençesinde kıvranan büyücü sonunda oturmuş ve bir zehir üretmiş. hain planına göre bu zehirden ufacık bir yudum alan insanlar bile bir daha tedavi edilemez ölçüde delirecekmiş.
bir müddet düşündükten sonra en kolay yolun zehiri, ülkenin tek kuyusuna boşaltmak olduğuna karar vermiş. gerçekten de orada yaşayanların su içmek için başka yerleri yokmuş.
böylece hain büyücü kararını uygulamaya koymuş. ve hatırı sayılır miktarda zehiri bir fırsat yakalayıp kuyuya boşaltmış.
ertesi sabahtan itibaren sudan
içen herkes delirmeye başlamış. abuk sabuk konuşup anlamsızca gülen, kahkahalar atan ve hiç sebepsiz kavgaya tutuşan insanlar haline gelmişler. kimsenin aklına sorunun kuyuda olduğu gelmediği için kısa sürede ülkede bulunan herkes delirmiş.
kraliyet ailesi hariç.
çünkü sarayın kuyusu ayrıymış ve onlar zehirli sudan içmek zorunda kalmamışlar.
gel zaman git zaman ülkedeki huzursuzluk tehlikeli boyutlara ulaşmış. insanlar kendilerinden farklı davranan kral ve kraliçeye karşı nefret ve şüphe beslemeye başlamışlar.
onlar kalabalık bir toplum oluşturdukları halde iki kişiden oluşan yöneticilerinin farklı tutum sergiliyor olmasını hazmedememişler.
çaresiz kalan kraliçe sonunda kral eşine bir teklif götürmüş ve kendilerinin de o kuyudan su içmelerini salık vermiş. böylece onlar da delireceklerinden topluma uyum sağlayacaklarını ve huzursuzluğun sona ereceğini hesaplamış.
teklifi kabul görmüş ve koskoca kral ve kraliçe delireceklerini bile bile gidip o kuyudan su içmişler.
ve o anda onlar da tıpkı ülkede yaşayan herkes gibi delirmişler. o günden sonra halk yine eskisi gibi kendileriyle aynı biçimde davranmaya başlayan kraliyet ailesini bağrına basmış.
şimdi kuzucuklarım sorun şu ki ben mi o kuyunun suyundan içmedim, yoksa onlar mı içmedi belli değil.