Psikoterapi tavsiyede bulunmak değildir. Psikiyatra giden insanların hepsi sıkıntılarının derhal son bulmasını ister. Bu nedenle hızla derdini anlatmak ve birinci ya da ikinci seansın sonunda sorunuyla ilgili olarak acil çözüm getirecek tavsiyeler duymak ister. Oysa hiçbir hayat için hazır reçeteler yoktur. Psikoterapinin zorluğu da, çekiciliği de burada gizlidir aslında. Zordur çünkü herkes nev-i şahsına münhasır bir kişiliktir. Bu nedenle ona, onun hayat biçimi ve dünya görüşüne uygun bir çözüme ulaşmak gerekir ve bu da hiçbir kitapta yazmaz. Güzelliği de buradadır, çünkü bu anlamda psikoterapi nereye varacağını bilmediğiniz macera dolu bir yolculuktur.
Yetersizlik duygusu yüksek olan, kendisi terapiden geçmediği için kendi zayıf noktalarını iyi tanımayan terapistler tuzağa düşüp tavsiyede bulunabilirler. Oysa unutmamak gerekir ki, terapi her iyi dostun da yapabildiği gibi tavsiyede bulunmak olsaydı, bu kadar uzun süre boyunca ihtisas yapıp ardından psikoterapi eğitimi almaya gerek kalmazdı.
Psikoterapi danışanın hayatı ve ilişkileri konusundaki şikayetlerine hak verip onaylamak değildir. Terapinin dışında danışanın hayatı ve ilişkileri konusunda yorum yapmadan önce güvenilir bir terapötik ilişki kurabilmek, danışanın anlaşılıyor ve olduğu gibi kabul ediliyor duygusunu edinebilmesi için önemlidir.
Ama bütün terapi boyunca danışana yalnızca hak verip başkalarını ve hayatı suçlayarak kişinin ne büyük haksızlıklara uğramış olduğuyla ilgili birlikte dertlenmek ve üzülmek kimseye fayda sağlamaz. Olması gereken kişiye yaşadığı sorunlarda kendi payının ne olduğuyla ilgili empatik bir yüzleştirme yapabilmektir.
Psikoterapi hastaya kullandığı ilaçlarla ilgili bilgi vermek değildir. Bazı danışanlarımıza yaşadıkları depresyon ve / ya da anksiyete bozuklukları için belirli ilaçlar reçete edilir. Reçete edilen bu ilaçların etki mekanizması, olası yan etkileri, hangi semptomlara nasıl etki ettiği hakkında bilgi vermek her doktorun yapması gereken temel görevdir. Daha sonra her görüşmede yalnızca semptomların düzelip düzelmediği hakkında bilgi almak, bunun dışında bu ruhsal bozuklukların temelinde yatma olasılığı yüksek psikodinamikleri çalışmamak ciddi bir tıbbi hatadır.
Psikoterapi danışanın bütün yapıp ettiklerini, iki seansta annesiyle olan ilişkisine bağlayıp kişiyi annesine düşman etmek değildir. Temel bir psikoterapi eğitimi olmayan ama Freud külliyatından üç-beş kitap okuyan birçok psikiyatr, maalesef danışanın sorunlarını, çocuğuyla olan ilişkisini, işyerinde yaşadığı problemleri, anneyle olan ilişkideki aksaklıklara dayandırma eğilimindedir.
Hiçbirimizin annesi mükemmel değildi, o nedenle iyi sorguladığımızda herkesin annesiyle olan ilişkisinde bir ya da iki adet aktüel sorunlarla ilişkilendirilebilecek zorlu yaşantı bulunabilir. Ama bu yaşantıların erişkinlik hayatına da etki edebilmesi için belli bir şema oluşturacak yoğunluk ve sıklıkta yaşanmış olması gerekir. Yoksa annemizin bize her kızması, bizi haksız yere de olsa suçlaması, bizde ruhsal sıkıntılar yaratacak travmalara neden olmaz.
Psikoterapi mutluluğa açılan kapı hiç değildir. Günümüzün hiçbir bilimsel temele dayanmayan, terapi olduğunu iddia eden yönelimleri durmaksızın hayattan zevk almayı, hep mutlu olmayı, mutsuzluktan ve olumsuz duygulardan kaçmak için ne yapmamız gerektiğini vaaz eder.
Oysa hayatımızı anlamlı kılan en önemli şeylerden biri de mutsuzluk getiren yaşantıları olduğu gibi kabul ederek, onlardan kaçmaya çalışmadan yaşayabilmektir. Sorunların varlığına rağmen hayatımızı anlamlı kıldığını ya da kılacağını düşündüğümüz hedef ve amaçlarımıza ulaşabilmek için yapmamız gerekenleri hayata geçirmeye çabalamak kendilik değerimizi arttırmanın ve kendimizi iyi hissetmemizin en doğru yoludur. (Psikiyatr Alper Hasanoğlu, Radikal, 24.07.2011)