sözlüğün içler acısı durumunu görünce vaz geçiyordum. bırakıp gidecektim ki zaten kimseyi tanımıyordum bu o kadar zor olmayacaktı benim için. o ana kadar hiç ukte doldurmamıştım. kendi kendime "len, dur bari birkaç ukte doldurup kaçayım." dedim. "tam olarak böyle mi dedim ya..." diye düşünüyorum şimdi. ama önemi yok ne yazsam aynı kapıya çıkacak... derken başladım "a" harfi serisi ukteleri doldurmaya. o kadar saçma ukteler var ki, doldururken gülsem mi, ağlasam mı, sövsem mi bilemedim. uktenin gelişine göre çaktım kelimeleri, gerek yok düşünmeye. ama aradan sıyrılan, hatrı sayılır sayıda ukteler vardı. onlar ne güzek ukteler ki, cevabı notunda gizli. ne çok sevinirdim onları görünce öyle ara gaz gibi gelirdi. arada gözlüğümü masa örtüsüne siler, yanda küçük kardeş naruto izlerken "dur len, onu bi geri sar bakiim!" der sonra devam ederdim doldurmaya. derken...
saatler ilerledi ama ukteler bitmedi. biter mi kanserli hücre gibi 2x bölünerek çoğalıyorlar. bir kahve kapmaya gittim mutfağa, o işi kendimce o gün bitirip bir daha girmeyecektim sözlüğe. döndüğümde varlığını unuttuğum göz kırpan bir ışık karşıladı beni. o kadar uzun süre olmuş ki görmeyeli, ben rengini mavi olarak hatırlıyordum. saatte epey olmuş 23:06 lar filan... gözleri ovuşturup masama oturdum hala sarı ışık yanıp sönüyor. kahvemi yudumlarken tek tıkladım kutucuğa. karşıma çıkan altlı üstlü iki ayrı yazarın mesajları arasında 8 koca ay var. ince ruhlu güzel yazar** teşekkür mahiyetinde bir mesaj atmış. teşekküre teşekkürle cevap verip devam ettim yoluma. bu benim ninja yolum dedim, durmak yok.* uktelerin bahanesine muhabbet ilerledi. bana gitar soruyor yazar ehehe... "ahha!" dedim içimden, "bana gitar soruyor", "tam da sorusu yani ben ne anlarım gitardan." dedim kendi kendime. neyse bir zamanlar piyanom vardı, gitar ile piyano ters ruhlardır. o an anlıyomuş gibi davrandım niye öyle yaptıysam. gitarda kaç tel var onu bile bilmem.
ama bir yandan da yaşanmış acı tecrübeler bana temkinli olmamı öngörüyordu. sanırım şuur altında önceden yaşanmış, densiz yazarlarla yapılan tartışmalar vardı. bilirsiniz dahtus'un "len" lerindeki tatlı üslubu. görüntüde serttir amma şeker damlar o üsluptan. ama ben anlayamadım. dedim ya şuur altı diye, işte beni sürekli uyarıyordu. insanları tanımadan yargılıyordum. bana adımı sorduğu an da aynı etkinin altındaydım. niye ters cevap verdiysem o zaman, halen hatırladıkça halime gülüyorum. halbuki, şimdilerde önüme gelene ismimi söyler oldum.* ulen, bir kişi de demiyor ki isimlerini sorduğumda; "ha ahmet ha mehmet, ne farkeder!" diye. farkedermiş şimdi anlıyorum. bana insanları tanımadan yargılamamamı öğretti bu güzel yazar.
sonra küstü bana, ben öyle deyince. anladım ki insanın üslubu değişirmiş küsünce. saf ben de sanırdım ki, ona kaktüs* dedim diye bana küstü. ehehe bi de üstüne atar yaptım, bu sebepten ne kadar mahçup olacağımı sonraları anlayacaktım... hımmm epey geç olmuş, yarın staj beni bekler. bi dahaki yazıda görüşene dek, kafa izni almazsam uykularım düzene girmeyecek...
son sözüm şu;
bu yazarı üzmeyin, o iyi kalpli, melek gibi bir insandır. gereksiz, densiz kelimelerinizle onu üzmeyin, kimseyi üzmeyin!...