sene, geçen sene. dağların insanların üzerine kalkıp, "üstünüze düşeyim mi lan ibneler" deyip taşşak geçtiği, kuşların insanların kafasına taş atmasının, sıçmasının moda olduğu zamanlardı. kuraklık ve kıtlıktan insanların sürekli mısır tükettiği bu coğrafyaya mısır adını vermişlerdi. bu coğrafyada önceleri iki samimi arkadaş olan firavun ve musa isimli iki genç yaşarmış. bu iki gençten ismi firavun olan velet çok yaramazmış. sürekli apartmanların ziline basıp kaçmalar, mısır tarlalarına zarar vermeler, mahalle bakkalından cips çalmalar, kahvede hesap ödemeden kaçmalar felan çok yaramazmış. musa ise daha ağır başlı, özgün müzik dinleyen, aile terbiyesi görmüş, anadolu çocuğunun üniversiye gitmiş haliydi.
bu iki arkadaş taa çocukluktan itibaren mahallelinin deli hayriye ismi ile andıkları kadından olma sıdıka isimli kıza aşık olmuşlar. işte olaylar bundan sonra cereyan etmeye başlamış.
aynı kıza aşık olan bu iki arkadaş zamanla birbirinden tiksinmeye, kavga etmeye, geçinememeye başlamışlar. sürekli bir kendini ıspat etme çabasına girişmişler kızın karşısında.
mahalleli kızın firavuna varmasını istemiyordu. firavun ile bir ömür geçmez, yazık olur düşüncesi ile kızın musaya varmasını istiyorlardı.
musayı devre dışı bırakmak isteyen firavun kendi kafasına göre plan yapmıştı. bunun yanında musa ailesinden kızı efendi gibi istemeyi planlıyordu. firavun bu durur mu?
önceleri kapı komşusu olan, daha sonra dolandırıcılıktan tutuklama emri çıktığını öğrendiğinde o bölgeden kaçan deniz isimli yakın akrabasını aramış. deniz zayıf, uzun boylu,şişman, sarışın, kumral, mavi gözlü, kırmızı saçlı, kahverengi bileklere sahip bir gençmiş. deniz'e bu durumundan ötürü kızıl lakabını takmışlar ve adı kızıl deniz diye bilinmeye başlanmış. onu deniz diye tanımazlarmış. ama kızıl deniz dediler mi akan sular dururmuş, herkes tanırmış.
firavun bir gece aramış kızıl deniz'i, "yav kardeş senden bir ricam olacaktı" demiş. kızıl deniz de devam etmesini söylemiş telefonda. firavun, "hayırlı bir iş var. bir kızı kaçırıcam senin yanına gelicem" demiş. sonra da eklemiş, " bu kızın bir takıntısı var tam bir baş belası, amına koduğumun çocuğu kızın peşini bırakmıcak. bu konuda da senden yardım istiyorum kardeşim" demiş. kızıl deniz ise firavunun isteğini kabul edip eklemiş, "yanlız bir hafta kalabilirsiniz evimde, haftaya manita gelcek, yanlız kalmak istiyorum" diye eklemiş. firavun "tamam" deyip telefonu kapatmış. sinsi sinsi gülerek ellerini ovuşturmuş ve hazırlıklara koyulmuş.
musa ise anası ile bu durumu oturup detaylı bir şekilde konuşmuş. musa kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir insandı. hayatta tek kazanacağı şey bu kızdı. zaten mısır işinide bırakmıştı. borsa işine girecekti tahtakalede. o gece uyuyamamış kızın onun olacağını düşünmekten. heyecanlı, arzulu bir şekilde kızı hayal edip iki posta atmış.
ertesi gün güneş ışıklarının yeryüzüne vurduğu dakikalarda iki arkadaşta yataklarından kalkmışlardı. ikiside akşamki planlarının heyecanı ile güne başlamışlardı. zaten işsiz olan bu arkadaşlar kahvaltıdan sonra mahalle kahvesine gitmişlerdi. birbirlerine selam vermeden ayrı ayrı köşelerde oturup çay eşliğinde gazetedeki chp kurultayını okumaya başlamışlar. heyecan artık maksimum seviyedeydi ikisindede. bir süre sonra kahveden ayrılmışlardı. aman tanrım o da ne? firavun yine çayın parasını ödemeden kaçmıştı.
akşama doğru musa eve gidip takım elbisesini çekmiş, bir saat sonra kızı istemeye gittiklerinde nasıl davranacağını, ne konuşacağını düşünmeye başlamıştı.
firavun ise, fırından aldığı bir adet un torbası, bir adet mendil ve eter ile yola koyulmak için hazırlanmıştı. ocağı, muslukları, sigortaları kontrol ettikten sonra kapıyı kilitleyip yola koyulmuştu. musadan önce halletmeliydi bu işi. ve öyle de olacaktı.
firavun kızın odasının camından gizlice bakıp ortalığı kolaçan etti. sıdıka ve ailesi musa ve garip annesi için hazırlık yapıyordu. bir ara kız üstünü değiştirmek için odaya girdi. firavun tam zamanı deyip camdan tıpkı bir yılan gibi sessizce odaya süzüldü ve olaylar cereyan etti. kızı eterle bayıltıp torbaya attığı gibi kızıl deniz'in yolunu tuttu.
musa ve ailesi henüz sıdıkaların evinin yakınındayken bir feryat duydu, bu deli hayriye idi. ama bir şey olduğuna ihtimal vermemişti. çünkü deli hayriye bunu hep yapıyordu. yavaş yavaş eve yaklaştıklarında deli hayriye onu sakinleştirmek isteyenlere bıçak çekerek ortada bir çocuk olmamasına rağmen, "yaklaşmayın, yoksa çocuk ölür" deyip duruveriyordu. kafayı yemişti resmen. musa olanı biteni sıdıkanın bir akrabasından öğrendiğinde biri gelip başından aşağıya kaynar sular dökmüştü. havanın zaten kırk derece olmasından dolayı kaynar suyu başından aşağı döken lavuğa elinin tersiyle bir tane vurup telefonla konuşmak için uygun bir yere geçmek için oradan ayrıldı.
nihayet firavun kızıl denize varmıştı. selamlaşma, sarılıp öpüşme, el şakaları derken firavun'un cep telefonu çaldı. arayan musa idi. firavun, "ne var lan göt" deyip telefonu açtı. musa, "sıdıkayı bulana veya getire yüz bin lira vericem" deyip hüngür hüngür ağlamaya başladı aşkı için. firavun, "ne diyon yarram sen" deyip musayı kendine getiren soruyu sordu. musa elini yüzünü yıkayp tekrar devam etti, "nerdesin lan piç sikicem geçmişini, öldürücem seni" diye tehditler savurmaya, klavye delikanlılığı yapmaya başladı. hoparlörü açık olan telefondan olanı biteni duyan kızıl deniz telefonu firavunun elinden alıp musayla kendi konuşmaya başladı. musaya artistlik yapmamasını, delikanlıysa karşısına çıkması söyleyip adresi verdikten sonra telefonu kapadı.
musa biraz göt korkusu ile, biraz da erkekliğe bok sürmemek adına verilen adrese gitmek için hemen yola koyuldu.
evde musayı ellerinde döner bıçakları ile bekleyen firavun ve kızıldeniz sıkılmış olacaktı ki dolaptan birer tane bira alıp yudumlamaya başladılar kapının eşiğinde.
biraları bitmek üzere iken uzaktan elinde beyzbol sopası ile musanın silüeti belirdi. biralarındaki son yudumu içtiklerinde artık musayı karşılarında bulmuşlardı. firavun olayın ciddiyeti ile ve kızıl denize olan güveninin getirdiği rahatlık ile "demek geldin he yarrağımın kafası" diyerek musaya selam verdi. musa da tırstığını belli etmemek için biraz alttan alarak, "bak güzel kardeşim. ben 17 yaşındayken ailemle birlikte bir trafik kazası geçirdik. bir ben sağ kaldım ve kırılan sol kapının camından takla atmış arabadan sürünerek çıktım. yüzüm gözüm kan içindeyken arkamdan siyah takım elbiseli bi gurup adam ve onların başı olan muhammet abiyle karşılaştım. bana artık sen benim evladımsın, bu arabanın içinden canlı çıkmak için üstün bir kemik ve kas yapısına sahip olmak gerekir dediğini hatırlıyorum. sonra beni mekanlarına götürdüler. ailemin acısıyla hırsa bürünmüştüm, yaratıktan bi farkım kalmamıştı. muhammet abi benim bu insan üstü vucut yapımdan yararlanmak ve bu gözü karalığımı kullanmak için uzak doğuya tüm dövüş tekniklerini öğreniyim diye göndermişti. tam 10 sene orda belirli dersler aldım ve robokoptan hiçbir farkım kalmadı. arabistana tekrar döndüm ve bana kızıl deniz denilen adamı bulup tek tokat atarak öldürmemi söylediler. bende bi internet kafeye gittim ve bir masaya oturdum. tam kızıl deniz yazıcakken akinsoft açılıp tekrar kapandı. uzaktan tamam abi açtım masanı dedi kafenin sahibi. ya sabır çektim. bende o arada enter a tıkladığımda kızıl denizi aratmışım. sonra bu adres çıktı karşıma. adresinizi gördüm ve inan anam avradım olsun deliye döndüm. sen ne kadar orospu çocuğu ne kadar siktiğiminin piçi, ne kadar kaşarın doğurduğu bi insansın. ve kızıl denizden vazgeçip senin peşine düşme kararı aldım. seni bir tokatla değil, seni sikerek öldürücem bunuda böyle bilesin." diyerek tehdit savurdu.
bu tehditi duyan kızıl deniz alkolun etkisi ile gülmekten yarılıp olduğu yere yığıldı iki parça halinde. ve firavun o anda ortadan kayboldu.
olayın gerçek yüzü yıllarca bizden saklandı. yıllar süren araştırmalarım sonucu olayın iç yüzünü öğrendim ve ilk defa burada paylaşıyorum.