sen bunları okuduğunda, nasip olur da yol parasını biriktirebilirsem çok uzaklarda olacağım gülşah. bana yüzüme karşı ''ben koskoca nuh çimento'nun ortaklarından şahap bey'in tek kızıyım. sense sıradan birisin. kınalı olduğun gibi üstüne bir de yapıncaksın. zaten seni hiç sevmedim. seninle maytap geçtim ben. bakma öyle bön bön, ne var lan ne. işte şimdi, ilk kez sadece buradan açıklıyorum. şok! şok! şok! flaş! flaş! flaş! bir zamanlar o sokak senin, bu sokak benim takılıyormuşsun. sen kim ben kim ha? bundan sonra mutfakta hizmetçilerle yiyeceksin. haddini bil. n'ooldu, kurudun kaldın.'' diyerek foyamı meydana çıkardığında, artık ebediyen birlikte olamayacağımızı anladım. ve sana tüm hikayemi tüm hakikatiyle anlatıp hayatından çekip gideceğim. daha doğrusu önce çekip gidiyorum sonra anlatıyorum. çünkü sen bunları ben çekip gittikten sonra okuyorsun ve dolayısıyla ben bunları sana şimdi anlatmış oluyorum. yok yok, öyle olmuyor. evet evet öyle oluyor. öyle mi oluyordu ya? her neyse.
bak gülşah zavallı anneciğim daha ben doğmadan üç yıl önce ölmüş. savaş yıllarıydı. terörün en üst seviyede seyrettiği zamanlardı ve hiç bir şey tereyağından kıl çekmek kadar kolay değildi. kurşunlar her yerde pervasızca uçuşuyorlardı. bu talihsiz kurşunlardan korunmak için güneşli havalarda bile şemsiye ile dolaşıyordum. hatta bir keresinde kör bir kurşun ayağıma isabet etmişti. saatlerce ağlamıştım. çünkü ayağımdaki ayakkabıyı rahmetli anneciğim hediye etmişti bana ve benim için çok değerliydi. kurşun ayakkabımı yırtmış ve derime girmişti. ama ayakkabımın delinmesi beni çok üzmüştü. hem annemin hediyesiydi, hem de malum önümüz kışdı. tamir ettirmek için cebimde beş kuruşum yoktu. ayakkabıyı tamir ettirmek için imar bankasını soymayı kararlaştırdım. şans ya o banka da battı amına koyim.
hayata bağlanmıştım. bir kardeşim olduğu aklıma geldi. nerden kardeşim oluyordu onu da bilmiyorum. ve küçük kardeşim jack'i okutabilmek için yollarda çiçek satıp darbuka çalmaya başladım. esmer vatandaşlarımız gibi bir çift görünce hemen yanlarına gidip ''abe bir çiçek al be sevdiğine, kurban olim'' diyerek mezarlıktan aldığım çiçekleri beş tl ye enayilere kakalıyordum. küçük kardeşimi okutup polis olmasını sağladım. gerçi polis olduğunda ilk beni tutukladıya neyse. ama olsun mesai saatindeydi. o n'psın?
yıllar böyle geçti. çalışıp didindim ama yine de elde avuçta bir şey yoktu. meteliğe kuşun dahi atamıyordum. çünkü kurşun alacak param bile yoktu. sonraları çiçek satma işine geri döndüm. yeni kanunla birlikte zabıtalar seyyar satıcılara göz açtırmıyordu. ben de girdiğim bütün işlerden kovuluyordum.
ve yine bir akşamüstü güneşin kızıllığının yer yüzüne düştüğü bir an sevgililer sahil boyunca el ele tutuşmuş geziyorlardı. ben de bu akşam iyi iş olur dedim. gittim hepsini tek tek dolaştım iyi satış oluyordu. akşama mahallenin torbacısından 12.5 gr mal alacak parayı biriktirmiştim. tam bu sevinç duyguları ile satış yapıyordum ki zabıta gelip bana ''defol'' dedi. ben de onalara ''siz kovmuyorsunuz, ben istifa ediyorum'' dedim. fakat bunu neden söylemiştim hiç bilmiyorum. istifa edecek bir işim bile yoktu ki amına koyim.
gecelerden bir gün yağmurlu bir geceydi. şemsiyeci arıyordum ama bir tane bile bulamayacağım diye ümitsizliğe kapıldım. çünkü şemsiyeler kapış kapış gidiyordu. hani yağmur yağıyorya o yüzden. bir tek pazarcı şemsiyesi kalmıştı. talihsizliğim burada da yakamı bırakmadı amına koyim. yağmurdan korunabilmek için mecburen o şemsiyeyi aldım. gecenin karanlığında ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında yürürken bir çekirdek kabuğuna basıp düştüm ve pazarcı şemsiyemin altında kaldım. gözlerimi açtığımda, ak saçlı, göbekli, pembe yanaklı bir amca bana ''kilosu kaça evladım'' dedi. ne olduğunu anlamadım. konuşamıyordum, sanki dilsiz olmuştum. ve bir zaman sonra artık konuşabildiğimi fark ettim. düştüğümde sağır ve dilsiz kalacağımı düşünmüştüm. çevredeki bakışlarda o yöndeydi.
daha sonra sen feci geçmişimi öğrenip, hikayemi suratıma merhametsizce çarpınca birden hafızam yerine geldi ve işte çekip gidiyorum gülşah. hatta gittim. başta da dediğim gibi sen bunları okurken ben at alabildiysem üsküdar'ı çoktan geçmiş olacağım. her şey gönlünce olsun, hoşçakal hayatımın anlamı... gibi bir mektup bırakarak gideceğimi mi sandın yarraaaam? haydiiii siktir git, anca gidersin. seni terk ediyorum kevaşe. bundan sonra derdini avukatıma anlatırsın at penisi.