islamda laikliğin yeri

entry9 galeri
    1.
  1. Günümüzde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, kişiye din ve vicdan hürriyeti tanınması olarak tanımlanan laikliğin, müslümanlıktaki uygulamasıdır.

    öncelikle laiklik kavramının doğuşunu gözden geçirmekte fayda vardır. Laiklik kavramı roma imparatorluğu literatüründeki "redde caesari quae sunt caesaris, et quae sunt dei deo" yani "Sezarın hakkı Sezar`a, tanrının hakkı tanrıya" söylemiyle tarihteki yerini almıştır.

    Bu söylem Hristiyanlığın yayıcısı Hz. isa peygamber tarafından, romaya vergi vermenin günah olup olmadığını soran inananlarına cevaben kullanılmıştır. Tarihte bilinen ilk laik söylemdir.

    Hz. isanın böyle bir yaklaşımda bulunmasının asıl sebebinin, o çağlarda eşitlik düzeniyle uzaktan yakından hiç bir ilgisi olmayan roma düzenine karşı, Hirsityanlık gibi insanlar arasında eşitliği paye edinmiş bir dinin yayılmasına siyasi otorite olan roma imparatorluğu tarafından izin verilmesi isteği olduğuda söylenmektedir.

    Velhasıl kelam, siyasi otoritenin zaman içinde zayıflamasıyla, aynı hristiyanlığın Papalık düzeni vasıtasıyla devletlere hükmettiği, bilimsel ve sosyal araştırmalara kilise ve tanrı adına yasaklar getirdiği, kralları afaroz edebildiği, toplumsal düzenden hukuksal düzene bir çok konuda kendini tek otorite kıldığı, müslümanlara karşı haçlı savaşı ilan edebilecek derecede egemenlik sahibi olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.

    Martin Luther, Jean Calvin gibi aydınlar ve dönemin ingiltere kralı VIII. Henry (bkz: Anglikanizm) tarafından gerçekleştirilen reform hareketleri neticesinde imzalanan Augusburg Antlaşması ile Papalık düzeni gücünü yitirmiş ve hristiyanlıkta yeni mezhepler ortaya çıkmıştır. Mezhep bölünmesi öncesinde ve sonrasında Avrupada bir çok savaş çıkmıştır (bkz: Otuz Yıl Savaşları)

    Buradan özetle denilebilir ki Avupa medeniyeti bugün tahsis ettikleri laik düzeni kurabilmek için oldukça ağır bedeller ödemiş, bir çok katliamla yüzyüze kalmışlardır.

    islamiyetin doğup yayıldığı coğrafya ise Hristiyanlıktan son derece farklıdır. Hz. isanın dinini yaydığı coğrafya üzerinde Roma imparatorluğu gibi zamanın süper gücü olan, teknoloji ve bilimde son derece ilerlemiş, askeri ve ekonomik olarak hiç bir sıkıntısı olmayan, kast sistemine dayalı bir sosyal düzeni olan çağın en gelişmiş devleti bulunmaktaydı.

    Oysa Hz. Muhammetin dinini yaydığı coğrafya üzerinde bırakın süper güç olmasını bir devlet bile yoktu. Bu sebeple Hz. Muhammet yalnızca dini yaymakla değil, yaşadığı coğrafya üzerinde sağlıklı işleyişe sahip bir devlet kurmaklada uğraşmıştır. Yani bu demek oluyorki Hz. Muhammetin peygamber sıfatından ayrı olarak devlet adamlığı sıfatıda vardır. Peki Hz. Muhammetin yaydığı din olan islamiyette devlet düzeniyle ilgili ne mevcuttur?

    Efendim, kuranı kerim bir siyaset yada hukuk kitabı değildir. Kuranı kerimde toplam ayet sayısı 6236dır (halk arasında bilinen 6666 sayısı yanlıştır, basılan mushaflar 6236 üzerinden numaralandırılmıştır). Bu 6236 ayetin yalnızca evet yalnızca 55 (ellibeş) adeti hukuki nitelikte olup bu ayetler aile ve borçlar hukukuyla ilgilidir. Kurân ve Sünnet`in ortaya koyduğu değişmez kanunlar, temel ve çerçeve kanunlardır (Yönetimin danışma ile olması, akitlerin karşılıklı rızâya dayanması, adâletin ve dengenin korunması gibi.)

    Hz. Muhammet` in devlet adamlığı dönemi incelendiğinde karşımıza bir cihat olgusu çıkmaktadır, bu cihat olgusu kurulan devletin genişlemedeki ateşleyici gücü olmuş, peygamberin vefatının ardındanda halifeler tarafından önemi muhafaza edilmiştir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki, her ne kadar cihat din adına yapılıyor olsada genişlemenin aynı zamanda sosyal ve ekonomik düzenede yansımaları olmuş ve bu yöndeki bazı ihtiyaçları karşılamıştır.

    Halifenin devlet başkanlığı yaptığı özellikle çok dinli (bkz: Osmanlı Devleti) devletlerde din adına herhangi bir zorlama olmamıştır, devletin çatısı altında yaşayan insanlar ne yaşantı olarak nede ekonomik olarak islami usullere uymaya zorlanmamıştır, bilim adamları ve ulema kesim Papalık düzenindeki gibi dinsel baskıya maruz kalmamıştır (bkz: ibn-i Haldun un evrim teorisi)

    Buradan hareketle söylenebilir ki Hilafet devletlerinde din ve devlet işleri birbirinden ayrı tutulmuş olduğundan islamiyette laikliğin özellikle tahsisine gerek duyulmamış, hukuksal düzen toplumsal işleyişteki maksimum faydaya odaklı olarak fıkıh ve ictihad yoluyla kurulmuştur.
    6 ...