şunları yazarken dinlediğim, eskimeye yüz tutmuş ama anıları taze adele eseri.
seninle bir hayatımız olsa, muhtemelen saçma sapan olurdu. ben gitme yanımdan diye türlü şebeklikler yapardım sen şımarıklığıma göz yumar, "bak canım"lı cümleler kurardın. ben laftan anlamazdım. bir gün sokak ortasında bağıra çağıra kavga eder, akşamına balkonda sarılır çay içerdik. eğer, seninle bir hayatımız olsaydı.
şu an seninle bir hayatım var ama hayatımız yok. yakında bir zamanlarda o da olmayacak. dün seni rüyamda göremedim mesela. zamanla her şey unutulur bunun altını çizecek değilim ama o zamanla alıp veremediğim çok, koskoca bir savaş hazırlığındayız. muhtemelen o kazanacak, bir nevi ben sensiz kalacağım. zaten öyleyim ya olayı resmiyete dökeceğiz. ne kötü. bir hayatımız olamadı. "ben seni çok severdim ya" deyip gözlerimi büyüttüğümde gözlerine doğru. "ben de seni çok severdim" dememiş olsaydın bir hayatımızın olamayacak olması bu kadar acıtmazdı. aynı düşünüyor ama ayrı kalıyor insanlar burada. ben o insanlardan sadece biri, en savunmasız, en 'sadece istiyorum seni' diyebileni. sen öyle değilsin ama yepyeni hayatının arifesinde, alışkanlıkları bilmenin güveniyle, emin adımlarla, dik duruşlarla. "güzel bir hayatımız olacak." diye fısıldayacaksın bu eylül güzel bir kadının kulağına. o senden daha mutlu, çok daha aşık olacak belki. "evet biz seninle bu şehre doyacağız, birbirimize asla!" kabilinden cümleler kuracak sana. ben sana/size uzaktan bile bakamayacağım. birkaç cümle var elimde bir süre yetinmem gereken, birkaç bakış, birkaç tat, birkaç da gülümsemen takılı kaldı aklımda. onları da hafızamdan silmek zorundayım. yetinmeyi bilemeyeceğim için unutmam gerekiyor. oysa bambaşka hayallerin peşindeydim, o kadar hazırdım ki varlığına. yokluğunun bu kadar rahatsız edeceğini bilemeyecek kadar çok hazırlanmıştım. her gördüğüm anı hafızama kazır, her cümlenin içine düşer, hiçbir söylediğine mantıklı cevap veremez, aptal aptal yüzüme su çarpardım o saçma sapan merdiven altında. "çok dalgınsın, sorun yok değil mi?" sorusunu tutar "seni önemsiyorum, kendine iyi bakabiliyor musun bakıyım sen?" olarak anlardım. (seni severdim, pek çok severdim artık sevebilirdim diyorum. ihtimal cümlesi değil ki bu, bitti gitti çok geç kalındı evresi.)
bir gün tuttun "ben bir şey yapmadım ki" dedin. hiçbir şey yapmadın evet, ne varsa hepsini ben yaptım duvar örer gibi bir bir dizdim tuğlaları. ama sen hiçbir şeyi bozmadın, izin verdin, bıraktın, rahat ettim. bozacağın anı beklediğini bilemedim. duvar bitmişti tam da, tuttun bozdun tek bir cümleyle yerle bir ettin. öylece kaldı bir süre her şey. çok güçlüydün tozu bile kalmadı ortalıkta ama ben öyle olamadım, hepsini aldım yığdım bir kenara. tekrar birleştireceğim. herhangi bir yerinde sen olmayacaksın. o duvara iki sevgili oturacak bir gün. on bir on iki yaşlarında, ellerinde gazoz şişesi, gözlerinde güneş, kulaklarında da "amie" olacak. usulca toprağa değip birbirlerine güzel laflar edecekler. erkek kıza dönüp "seni çok seviyorum" dediğinde kız şüpheyi atıp gözlerinden, "seni çok seveceğim" diyecek. geleceğe güvenen ve geçmişi mutlu hatırlayabilen insanlar olacak hep hayatta. ben onları uzaktan izleyeceğim yine. sana kahvaltı hazırladığım ama senin sadece çay içtiğin günü hatırlayacağım. tek şekerli ağzını, yorgunluktan sızlayan ellerini hatırlayacağım sonra parmakların benzerliklerinden bahsettiğim anları. ama yüzünü unutacağım çünkü yüzünü unutmadıkça başka yüzleri göremiyorum. bu yalnızlık demek bu büsbütün kimsesizlik demek. sensizlik de bu demek. ama onca insanı bi kalemde yok sayarsam ilerde senli hayallerde, senli ve yanındaki güzel kadınlı düşüncelerde kendimi hiç sevmediğim bi duygu nefesimi keserken, sensizlik canımı acıtırken, yanındakileri kıskanmaktan kendimi kaybederken bulur, o karmaşada boğulurum ben. seni bu gece unutacağım ve sonsuza kadar.