birinde üç kağıtçı çocuğu oynuyordum, gözümü şeker bürümüş hırs yapmıştım, çok şeker toplayacaktım, en çok şekeri toplayacaktım ben.
elimde naylon poşet tüm mahalleyi turlamıştım ama yeterince şeker toplayamamıştım, çünkü utangaçtım, diğer çocuklar şeker tabağı uzatıldığında küçücük elleriyle alabildiklerince avuçluyorlardı, ben ise uzanıp bir tane alıyordum ve bu halimle beğeni kazanmayı, kapıyı açan ev sahibelerinin "aaa sen ne akıllı çocuksun, al bunları da al" deyip poşedimi şekerle doldurmalarını umuyordum ama olmuyordu, hiçbir kadın benim "iyi çocuk" olduğumu farketmiyor ve beni mükafatlandırmıyordu.
evet artık bir karar vermeliydim; eğer iyi çocuk olacaksam topladığım az şekerle yetinecek, kimseyle rekabete girmeyecek elimde yarısı dolu* poşetimle eve dönecektim ya da elimi kirletecek * ve gerçek bir şeker toplayıcı olacaktım.
bu kez elimi kirletmeyi seçmiştim, şeker toplayan başka bir çocuk grubunun içine sızmış daha önce uğrayıp şeker aldığım evlerden, bu yeni gruba dahil olarak mükerrer şeker alacaktım.
ama bu kadar üç kağıtçılık üstümde eğreti durmuş olacak ki, daha kapısını çaldığımız ilk evin sahibesi şeker kasesini uzatırken benle göz göze gelmiş ve beni suç üstü eden o dehşet soruyu sormuştu;
- canım sen daha demin de gelmemiş miydin?
tek ayak üzerinde yakalandığım bu soru karşısında gardım düşmüş "ııı, onu ben, hıı, demin" gibi sözcüklerle teslim bayrağını çekmiştim.
ama işte o ev sahibesi anlamıştı benim "iyi çocuk" olduğumu, utandığımı ve "bişi* olmaz evladım" demiş poşedime bir avuç şeker atmıştı.
dediğim gibi iyi bayramlar da bilirim ben, çocukların pes kapışmadığı, kal of dati*'nin olmadığı bayramlar...