tam biraz önce ayrılma olayı yaşamanın ardından karşılaşılması hayret verici başlık. terk edince ne dediğime gelince.
"siktir git ne bok yersen ye" *
edit: vay be 7.2.2016 itibariyle tam 5 sene geçmiş üzerinden. o gün bu başlığa bu entry'i yazacağıma;
-ortamı yumuşatmayı deneyebilirdim
-otobüse atlayıp yanına gidebilirdim
-ufak bi hediye gönderebilirdim
veya
-bu reaksiyonu duymayı hakeden düşüncesinin ne kadar saçma absürd insanlıktan ve adamlıktan nasibini almayan bir yaklaşım olduğunu o'na anlatmaya çalışabilirdim.
Ama işte erkeklik biraz da böyledir di mi? yeri geldiğinde dinamit gibi patlarsın. Altından kalkamayacağın yıkıntıların pimini çekersin. Meğerse erkeklik ne şişkin kas gücü ne de yatakta aktif taraf olmakmış. Erkeklik birazda hayvani reaksiyonmuş. Mantıktan boşanan bünyenin sonunu hesap etmeden verebildiği ağır cevaplarmış.
5 sene oldu. Bu sövgü dolu reaksiyonun sonunda barışma çabaları, yalvarmalar, yakarmalar neticesiz kaldı. Hayır tabiki karşıdaki kişi çok onurlu olduğundan değil meğer çoktandır niyetinde terk ettiğindenmiş ayrılığın sebebi..
Çok sular geçti köprünün altından. Ve bu denen çok yabancılarda tattı, farklı tenlerde teselliler klişesi işte... Duygusal coşkular da yaşanmadı değil; hoşlantılar, sevgiler ıvır-zıvır... Ama hiçbiri o sansasyonun yerini kapatamadı. izini bile zedeleyemedi. Aslında şimdi imkanım olsa geri dönüp bunu temzizlemek mi isterdim yoksa daha da geriye gidip onunla tanışmama yol açan sebepleri mi ortadan kaldırırdım bilemiyorum. Galiba bu daha mantıklı olurdu. O mesaja cevap vermemeliydim. "hıh, güzel kızmış" diye çenemi avucuma yaslarken bakıp geçmeliydim belki sadece. En azından son 8 senem daha özgür olurdu. O güzel bünyeyle o tatlı duyguları ve paylaşımları yaşamak yerine derslere falan odaklanabilirdim. Ama tecrübesizlik işte... O zamanlar kulak ardı ettiğim u cümleyi şimdi tüm genç dimağlara kazımak istiyorum;
"uzaktan ilişki dünyanın en boktan işidir"
Emin olun böyle...
Sonra o gittiği o uzaklarda benden hemen bir kaç ay sonra evlendi, evlenebildi... Galiba çocuğu da oldu. Çok sevdiği dedesi vefat etti, sevmeyerek ve sevmediği bir coğrafyada başladığı öğretmenlik mesleğine devam etti veya daha az nefret ettiği başka bir yere tayin oldu...kocasıyla.
Galiba bünyesinde genel olarak beslediği duygu da buydu; nefret. ailesine, babasına, bana, değerlerime, çalıştığı coğrafyaya ve insanlarına... Bünyesinde barındırdığı bir diğer duygu da kökenime, memleketime ve o zaman için muhtemel düğünümüzde çalacak aynı ülkenin ikinci dilinin halay müziklerine duyduğu faşizmdi. Beni tanıdığı ilk günden beri bildiği, benim seçmediğim değerler hem de. Halbuki ben onun sadece kapak fotoğrafı yaptığı bayrağı arabamın arka camına ufak bir çıkartmasını yapıştırdığım için arabamı kundaklatarak daha pahalı bedeller ödemişken hemde.
Ne kadar saçma boklarda boğulmuşuz... Ama işte benim bunların farkına varmam, ayrılığımızın akabinde birkaç ay süren majör depresif (şu an bacaklarının arasına benden başka bir erkeği sığdırıyor) temalı sancıları atlattıktan sonra oldu. Ama asıl ahmakça ve kendime bile itiraf etmekten nefret ettiğim şey ne biliyo musun? Malesef, Maatteessüf; hala istiyorum... Hala bazı geceler rüyalarıma geliyor. (malesef rüyalarımdan henüz siktiretmenin bir yolunu bulamadım). Ve henüz geriye gidip bazı şeyleri düzeltmenin ve gidişatı değiştirmenin hayalleriyle yakalıyorum kendimi. Hala daha sevişirmelerimizi hayal ediyorum bazen ve o sırada erkekliğim bambaşka bir kadının sınırlarının içindeyken hemde...
Lanet olsun ben bu kadar adi bir adam değilim... Ama bir kadın bir erkeği alileştiriyor da, adileştiriyor da...