de sicanın italyan yeni gerçekçiliği akımıyla ortaya koyduğu bisiklet hırsızları, acziyetin, suçluluk duygusunun ve de bu doğal seyir içerisinde insanın giderek iyi duygusundan hangi aşamalardan sonra kötüye dönebileceği, umudun umutsuzluk ekseninde ne derece kendine bir pay aldığı, bir içsel yıkılışın salt insan merkezli perspektifinden bir dram anlatısı.
siyah beyaz filmdeki o masumane yüzler, ikinci dünya savaşı sonrası italya ve avrupai mantalitenin yer aldığı bisiklet hırsızlarında antonio ricci ve küçük oğlu bruno ile bir arayış, bir yitirilişi geri kazanma duygusu yatıyor. yeni gerçekçiliğin basit konuları ele aldığını ve sokağa taşan kamera açılarıyla ve de düşük bütçeli yapımlarını düşündüğümüzde filmin dönemin o şartlarına rağmen yıllar sonra da raflarda yerini alabilmesi de sicanın başarısını ortaya koymaktadır.
riccinin afişçilikten para kazanması için zorlukla aldığı o bisiklet, filmin görünmeyenin ötesindeki gerçeklik. o bisiklet ricci ve ailesi için bir umudun yolu, yoksulluğun insan suretinde oluşturduğu o burukluğu giderebilecek tek araç, tek yol, tek kapı. ikinci dünya savaşı sonrası romasında geçen olaylar bize ricci ile aslında insanın ve insaniyetin soğuk savaşını veriyor. savaş ile ortaya çıkan bir umut. eldekiler gidince geri dönülmezliğine yol alıyoruz. afiş asarken riccinin çaldırdığı bisiklet bir yitirilişin başlangıcı. küçük oğlu brunonun yüzündeki ifadeler ve babasına duyduğu üzüntü ve karmaşık destek olma düşüncesi ve acısı; filmin siyah beyazlığına inat insan dramının renginin olmadığını gösteriyor.
kırmızı bisikletin yanındaki bisiklette karar kılarken ricci, bizler bütün bisikletlerin renklerini merak ediyoruz. siyah beyaz filmlerin renklerin diliyle konuşmadığını düşündüğümüzde bir tebessüm yerleşiyor yüzümüze. roma sokaklarında yaşananlar sadece riccinin kaderi değil, o dönemden öteye ulaşarak insanın içinde bulunduğu durumu tozlu dakikalara yayabilen bir hâl. brunonun babasıyla restoranda yemek yerken arkasına dönüp zengin aile karşısındaki yüz hâli sadece yoksullara ait. de sicanın verdiği insan tabanlı, abartıya kaçmayan ve sürekli bir ilerleme içerisinde yer alan sahneler bisiklet hırsızlarının vitrinin baş köşesine yerleştirmeye yetiyor da artıyor.
riccinin bir türlü bulamadığı bisikleti kendi yıkılışının da bir habercisi. iyi niyetlilerin bile hayatın acımasızlığı karşısında sonunda kötüye dönebileceğini gösteriyor yönetmen. bizler ricciyi kendimizden görüyor ve onun bisiklet çalabileceğini düşünmezken de sica öyle yapmıyor. bize o tokadı hiç acımadan atıyor. yakalandığı vakit riccinin, oğlu brunonun yanında insanlardan yediği o tokat ve işittiği o lafları riccinin anlamsızca ve sebepsizce yere düşen bakışlarının bir yitirilişle son bulması ve brunonun babasını insanlardan kurtarmaya çalışması da sinema tarihindeki en yıkıcı sahnelerinden birisidir.
de sicanın filmdeki insani merkezli dram anlatısı, bize farklı bir pencere açıyor. bisiklet hırsızlarının bir filmden öte olduğunu, 1948den günümüze uzanan insanlık trajedisini anlıyoruz filmdeki sahnelerle. liret ile başlayan huzur, liret ile son buluyor. suçluluk psikolojisinin işlenişi ve ricci bruno çaresizliği hayatından içinden sadece bir ân. filmde gösteriş yok. siyah beyazlık bize filmin beyaz ile başladığını siyah ile son bulduğunu ön göndermeleriyle belli ediyor.
ladri di biciclette, 1948'den size insana dair dramını sunacaktır. doğaçlama giden bu filmde hayatın öteki soğuk yüzünden bir kompleks yansıma, karanlık dehlizlerde yitirilen umudun insana verdiği hırs, öfke duygusu ve maneviyatında büyüyen diğer yanını tokat gibi çarpacaktır.