bir ninem vardı. 98 yaşında öldü. karadenizli, çok yaşadı mübarek kadın. 98 yaşına geldi ama bunamadı, kulakları da fena işitmiyordu. sadece gözleri görmüyordu o kadar. çocuk gibi bir şeydi.
kadıncağızı ailedeki herkes severdi, sayardı. kuzenler her bayram sıra olur, elini öper, yanında nöbetleşe 10 dakika geçirirlerdi. bense ölmesini dilerdim. o kadar isterdim ki ölmesini, yaşamını gözümde kendine işkence olarak düşünmeye başladım. hep ondan kaçtım, yanında olmaktan nefret ettim.
hatta kadıncağızın arkasından konuştum, yaptığı huysuzluklardan hep dert yandım. bu yaz kendimi ne yapar eder affettiririm diyordum.
sadece diyormuşum. gece uyurken sabaha çıkamadığını, bütün kuzenlerin perişan olduğunu yine en son öğrenen ben oldum. aradılar söylediler, biz cenazedeyiz diye. hemen söyleselerdi o yedi saatlik yolu almaya niyetim vardı.
söylediler. "allah rahmet eylesin" dedim ama ne ağladım ne üzüldüm. hava almaya çıktım, millet beni ağlıyor sandı. hoş ben sanki kalpsizmişim gibi, sanki ruhsuzmuşum gibi dikilip duramazdım. şöyle söyleyelim, kendimi o kadar alıştırmıştım ki ruhumun köşesine bile dokunmamıştı. o gün bu gündür kendimi ölüme hazırlamak için uğraşıyorum. beni ölülere hiç acımıyorum sanmaları doğal ama ne yapabilirim ölüm mutlak bir olgu. bunun için suçlandığıma kendimi inandıramıyorum.